8 Haziran 2010 Salı

Benim oğlum öldü.

Benim oğlum öldü.
Dokuz kardeşin en gerizekalısıydı.
Anası gibi çok şekerdi.
İlk bir buçuk senemiz; parçalanan tuvalet kağıtları,yenmiş kumandalar, güneş gözlükleri, en sevdiğim ayakkabılarla geçti. Çok akıllıydı. En sevdiğim, en pahalı ayakkabılarımı seçer; onları paramparça ederdi. Muhteşem tüylerini iki gün süpürmezseniz, dizlerinize kadar kıl içinde kalan bir evde yürümek zorunda kalırdınız.
Hayatlarında köpek sahibi olmamış, herhangi bir ŞEYin onları çıkarsız sevmesinin nasıl olduğunu bilmeyen arkadaşlarımız evimize gelmezdi.
O arkadaşlarımız, ağlarken gelip göz yaşlarımı da yalamazlardı zaten. Ağzında top, ağlamayı bırakana kadar sevimlilikler yapmaz; terkedilmiş, depresyona girmiş bir vaziyette yatakta yatarken kalp atışlarınız düzelsin, güzel güzel uyuyun diye de yanınızda yatıp beklemezlerdi.
Her gördüğünüzde; sanki eski bir dostunu kaybetmiş de bulmuş gibi gözlerinin içi parlamaz, sevinmezlerdi.
Oğlum bir kere çok hastalanmıştı.
Bulduğu her çöpe burnunu soktuğu için, karnı ağrıyordu ve muazzam bir tuvalet problemi yaşıyorduk. Ben eve yapması için ona yalvarırken, o her 10 dakikada bir ağlamaya başlıyor, kapıya koşup dışarı çıkmak istiyordu. Gecenin bir vakti sızmış uyurken patisiyle beni dürtüyor ve kalkıp koşa koşa kakasını yapması için dışarı çıkıyorduk.
Dünyanın en mutlu ve en uysal köpeğiydi sanırım. 3 yaşındaydı ve havlamasını 3 kere duymuştuk. Daha güzel suratlı bir köpekte yoktu. Herkesi severdi. Yalakalıkla, yavşaklıkla suçlanıp, iteklenirdi ama sevmeyi hiç bırakmazdı insanları. Eziyet eden çocuklar olurdu mesela, hep konuşurdum. "oğlum, bak 40 kilosun, köpeksin, ısırmıyosun tamam, havlayıp korkut bari, neden kendine bunu yaptırıyorsun?"

***

Çok başına buyruktu, yanınızdan kaçar giderdi..
Akşama kadar arardım, ve bir bakardınız apartman kapısının önünde ağlayarak sizi bekliyor. Sinirden çıldırır, "siktir git araba çarpsın seni öl işalla, ya da çalsınlar da kurtulayım" diye bağırırdım...
Sonra geçen Mart ayında onu ailemin yanına bıraktım. İyi bir arkadaş değildim ve bunun için iyi arkadaşlarım olmuyor diye kabullenmiştim. Ama onu bırakmayı gerçekten hiç istemedim. Babam çok genç bir Alzheimer hastası ve Kemik'i çok seviyordu. Her gün saatlerce yürüyor ve ikisi de bu durumdan çok memnun oluyordu. Kemik'siz olmaya alıştım hemen. Ne olduğu belli olmayan bir hayat yaşıyordum ve onun orda olması işime geliyordu. Muhteşem sorumsuz hayatıma devam ediyor ve onun orada mutlu olduğunu biliyordum. Sabahları uyanıyor, birden onu özlediğimi farkedip doğru Burgaz'a gidiyordum. Beşiktaş maçlarından sonra galibiyet turu atıyorduk beraber. Çöpçü olduğu için, koklayıp ne yediğini tahmin etmeye çalışıyordum "allah cezanı versin Kemiiikkk" bağırmaları eşliğinde. Bunlar bana yetiyordu. Onun bana olduğu kadar iyi bir arkadaş olamadım. Evden giderken camdan bana bakışlarını önemsemedim ve oğlum öldü.
Üç-dört gündür bana halsiz biraz Kemik, kan hapı, vitamin kullanmaya başladık diyen annem ve babam, dün akşam arayıp bir iç kanama geçirdiğini söylediler Kemik'in. Çok sinirlendim, oğluma bakamadınız, yarın gelip alıyorum, Avcılar'a getiricem diye bağırışmalar eşliğinde kapadık telefonu. Sonra ben başka bi durumdaydım. Aslında ağlamak istiyordum, tedirgin olmuştum ama bunu süper eğlenceli bir akşammış gibi apır sapır konuşup ötelemeye, her zaman yaptığım gibi gene bir problemimden kaçarak kurtulmaya çalıştım.
Sanırım gece 3.30 da uyudum ve 11.30 da kalktım. İki gündür böyle tuhaf uyuyup uyanıyorum çünkü normal uyku saatlerim sabah 5 de başlar 9-9.30 gibi biter. Yatak içinde dönüp durdum, yanımdaki kuzenimi uyandırmaya çalıştım, ona şımardım ve sonra telefon çaldı.
Kuzenime "Can, Kemik öldü" dedim."eşşeğin amına su kaçırma yaa, hastayım hayal dünyana" dedi. Telefonu açtım, babam aynen böyle dedi "özgem, güzel kızım, Kemik'i dün akşam kaybettik." Telefonu kapayıp ağlamaya başladım, ağladım ağladım ağladım. Sonra babamı ve annemi ayrı ayrı arayıp, "oğlumu öldürdünüz, allah belamı versin benim size nasıl bıraktım onu" dedim. Onları da içleri çıkana kadar ağlattım.
Arkadaşlarımı aradım, Kemik öldü diye aklını kaybetmiş insanlar gibi onlara da ağladım, bağırdım, çağırdım.
Beni ondan daha çok sevebilecek hiçbir ŞEY olmayacak.
Kendimden bir nefret ediyorsam, artık iki nefret ederek yaşayacağım ve en son Burgaz'dan gelirken, peşimde topuyla koşuşturan, şımaran güzel oğlumu sevmediğim için kendimi asla affetmeyeceğim.
Halbuki her hatamın bedelini ödedim, kimseye verilecek hesabım yok kendimi affediyorum ekolünün temsilcisiydim.
Diğer her şey gibi, bu da döndü dolaştı götüme girdi.
Benim oğlum da böyle öldü.
Öldü, valla...

4 yorum:

teki 1 arada dedi ki...

Çok üzüldüm. Okadar üzüldüm ki; oturup tüm kaybettiklerimi düşündüm.
Kaybetmek. Sanki herşeyi kaldırıp, bir güzel arasam bulacakmışım gibi.. Oysa insanın bulup bulacağı üç beş anı, okadar. Aynı sendeki gibi..

Şimdi daha başlara dönmeli. Hayatındaki kişiler yüzünden mutsuz olan ergen ve öncesi gençlik, ilerleyen yıllarda sorumsuzluğu yalnızlık, yalnızlığı da özgürlük adı altında sunar ebeveyn bakışlı dik dik bakan gözlere. Çok tipik.. Bu döneme kadar okadar çok "mağdur" hissetmişizdir ki kendimizi, birisi bizi mağdur edebilecek noktaya geldiyse eğer, hemen uzaklaştırılmalıdır.. Sonra bu yaptığımıza çok üzülür, sonra "Bak gene üzülen ben oldum, bu hissi haketmiyorum. Zaten yaptığımın bedelini ödedim. Şimdi af zamanı" tribiyle unutmanın ya da hasıraltı etmenin zamanı gelir..
Kemik için çok üzülürsün. İlk kendini suçlayıp acısını ailenden çıkartacak, sonra okadar uzun süre okadar çok üzüldüğün için artık üzülmemeyi hakkettiğini, zaten bunu baban için yaptığını ve bunun onların suçu olduğunu düşünüp, buna inanıp lay lay lom hayatına devam edeceksin.
Peki neydi ki kaybettiğin? Günlük hayatında ne değişti? Hiç.. O yoktu ki zaten. O yüzden Kemik'in ölümü bir kayıptır, çünkü ona olan özlemini dindirme imkanını kaybettin.. Hadi kendini affedeceksin zamanı gelince, ya özlemini nereye gömeceksin?
Yanında olmayan yoktur zaten aslında.. Sen benim için nesin mesela? Verilmiş bir söz, birkaç güzel birkaç kötü anı. Silik bir gülüş, yalan birkaç söz.. Sen ölsen benim için bu saydıklarımdan hangisi değişir? Hiçbiri.. Demek ki zaten yokmuşsun.. Kemik de zaten senin için arada bir "var"dı. Bu kadar da üzülme. Hatta belki yeni bir "kemik" edinirsin. Ama sakın yapma.. O Kemik'in sevgisini sadakatini de hiçe sayabilen sen yeni bir kemike daha iyisini yapamazsın.. Biraz üzül, biraz salya sümük ağla. Zaten hayatının yarısı bu.. Sonra diğer yarısına devam edersin..

gazozdanprensesdegilim. dedi ki...

Öncelikle şunu bilmek isterim, tanışıyor muyuz?
Sonra da...
Klişelerle yapılmış tespitler hiçbir zaman hoşuma gitmedi, gitmezde... Dolayısıyla ben bunun neden yazıldığını anlamadım. Kendi cümleleriyle ifade edilmiş bir "allah belanı versin, beter ol" ana fikrini her zaman tercih ederim. Böyle yazılmış, zaman ayrılmış bir yorum neden; onu hiç bilemiyorum. Acımı anlamak şöyle dursun, en ufak bir empati bile kuramamışsın, ancak üzülerek bunu söyleyebilirim.
Ha bu arada, iyi bir insan olmanı diliyorum.

teki 1 arada dedi ki...

Adim ercan

gazozdanprensesdegilim. dedi ki...

ee?