23 Haziran 2010 Çarşamba

lens kutusunun ardından...

Bugün bir lens kutusu buldum.
Dolaba kaldırmıştım, temizliğe gelen Sema "oo iki diş fırçası, oo lens kutusu, sevgilin mi var hadi noolur anlat" dediğinde, güldüm.

Eski sevgilim de diş fırçasını gördüğünde "bana sevgilin olduğunu söyleyebilirsin" deyip kendi kendine kavga edip gitmişti evden. Demedim tabi, taşınırken yok diye almıştım sonra diş fırçamı buldum falan diye.. Neyse...

Ne yapayım bunu dedi Sema, at dedim.

Öyle bir yarım saat geçti sonra birden aklıma geldi. Gülümsedim. Salak dedim.

Lens kutusunun hikayesi şöyle...

Bir çocuk vardı ve ne uzar ne kısalır bir halimiz. Çok güzel yürürdük. Bir şeyler anlatmak kendi kendime konuşmak gibiydi onunla, onun için de güzeldi. Belki de bencilliğimden bu durumu kullanıyordum sürekli... Yalnızlık, kimseyi sevmemek... Bir şekilde iyi geliyordu yani... Kendisi ziyadesiyle takıntılı bir gençti, bazen ürkütücü bazen komik... En belirgin ortaklığımız Beşiktaştı. Başka ne diye sorarsanız bunun kadar net bir cevap veremem. Birde dalga geçtiğimiz şeyler aynıydı galiba, bilemedim şimdi...
İşte bu takıntılı çocuk bir gün bana gelirken lens kutusunu getirmiş. Gördüğümde hayretler içinde kaldım ki kendisi çişini yapacak diye zor kapanan kapıyla savaş veriyordu banyoda, sanki işerken onu izliycem, neyse...
Mesaj atmıştım-bunu günde 300 defa yapıyordum- lens kutunu bende unutmuşsun diye. Evet dedi, bilerek bıraktım bir gün bulursun beni hatırlarsın falan filan... komik romantik bir hikaye yani. Benim hikayem başkaydı ama. Dedim ki yok yok öyle olmaz ben, seni sevgilinle görücem, sonra yanına gidip akşam lens kutunu bende unutmuşsun deyip sabote edicem. Manitasıyla kavga ettiricem, uzaktan da oh canıma değsin yapıcam falan filan...
hep kötülük düşünüyorsun yuh ya demişti ama ben bu hikayeme çok gülmüştüm.

Sonra işte biraz zaman geçti... Hep onu kızdırmak için söylediğim şeyler vardı. Sen şöylesin, sen böylesin... Aslında öyle olmadığına inanıyordum ama heralde böyle de olabilir diye kendimi alıştırıyordum bir yandan da. Hayat pratiğim bu benim. Bir durumun iyisini hep yaşarım ama kötü olma ihtimalini asla unutmam. Bütün kötü senaryoları ezberler, kendime roller biçerim. Öyle olursa böyle davranırım, şöyle olursa şöyle... Yaparımda hep. Hayatım böyle daha kolay.
İşte onu kızdırmak için söylediğim "şey" oldu ona. Korkma, cesur ol demiştim hep üstelik, her şeyde. En kötü karakter karaktersizlikten iyiydi. (teşekkürler 34 KL 463 plakalı kamyon)
Korkak olmasını gerektirecek bir durum da yoktu. En nihayetinde arkadaştık. Öyle birbirimize dokunmadan yapamamak, çılgın seks hayatımız falan yoktu. Dolayısıyla her şey bu kadar makulken, kimse kırılmayacakken, o hep konuştuğumuz karaktersiz korkaklardan olmanın lüzumu yoktu. Öyle şeyler oldu. En çok bana anlatmamasına üzüldüm ki "bugün de donumu değiştirdim" diyecek kadar çok ve saçma sapan şey konuşuyorduk.

"Lens kutusunu at Sema" dedim. İçimden gelerek, o aklıma gelmeden üstelik. Planlar, hikayeler başkaydı halbuki. Ben şimdi ondan özür diliyorum, kendini bu kadar önemli hissettirdiğim için. Böyle davranmaya onu zorladığım için.Pardon.

Attım o lens kutusunu ya, şimdi kendi hikayesini de atabilir o. Öyle değil, olamayacak nasılsa...


İlkokul seviyesinin bir sebebi var.

Hiç yorum yok: