18 Aralık 2009 Cuma

zaten hepimiz çıplağız!

"Benim adım Hıdır, elimden gelen budur" diye isyan edicem. Evet yapıcam bunu.Bana Twitter duygusallığından, yalakalığından gına geldi. Ki gördüğüm kadarıyla çok karaktersiz bir karakterim varmış benimde, bunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Neyse günlük hayatımda pek "yüreğim, kalp kırıklığım, sana aşkım geçmeyen baş ağrım" gibi cümleler kurmadığım için zaten öküz, ruhsuz muamelesi görürüm. Bununla yaşamayı, ah aşk nerelerdesin deyip süslü cümleleri hiç bitmeyenleri idare etmeyi öğrendim. En büyük acıyı onlar çeker, en büyük aşk onlarınkidir, çok hassas oldukları için en çok etkilenirler, sonra aşk doktoruyla aşk meşk meselelerini konuşurlar falan.. Hassasiyete bak amk.
İş bu hassas hanımlar, beylerle sosyal hayatımda minimum düzeyde seviyeli bir ilişkim olduğu için son problemim onlar keza ben sosyal hayatta daha ziyade espiri anlayışınız, hayata bakış açınız aynı gibi gözüken ama yaptığınız vahşi espirilere bir şey diyemedikleri için içten içe size kinlenip, her boşlukta intikam hamlesi yapan arkadaş kimseleriyle haşır neşirimdir. Konuyu dağıtmadan bu duygusal abiler, ablalara gelecek olursak twitter da hepsi gözüme gözüme giriyor. Hatta çeşit çeşitler..Kendisi hakkında sayfalarca yazı yazıp, kendini pek önemsediğinden mütevellit Twitter ünlüleriyle illa görüşünü paylaşmak isteyenler, aşkını dağlara taşlara yazanlar, bir ben var bende benden içericiler.. of ki ne of. Normal hayatta kısıtlı zaman geçirdiğin için idare edebiliyorsun evet, peki ya artık twitter bağımlısı olduğunda ve onlar sürekli orda olduğunda ne yapacaksın?? Hepsi nezaket kumkuması, hepsi sevgi kelebeği ve hepsi dost. Yahu insanın içinden bir kere "yürü lan burdan" demek geçmez mi?Bu nasıl bir sinir sağlamlığıdır, bu nasıl bir herkesi seviyorumculuktur. Bir gerizekalı yoruma da "ha yürü burdan yapraaam" de, de bunu gerçek olduğunu bilelim değil mi? I ıh değil.
Normal hayatta en mutlu olduğum zamanlar bir insanın gözüne bakıp "seni sevmiyorum,onun için ayrılalım" cesaretine sahip olduğum zamanlardı, bıraktım bu huyumu "aman yanlış anlar aman kötü düşünür falan" diye diye, mutsuzluktan ölme kıvamına geldim, Twitter da da aynen bu halet-i ruhiyedeyim, evet normal hayatta kendimi öldüremiyorum ve bir başkasını, ama Twitter da blocklar blocklar giderim, hahayt!!

Bu arada insan okuduğunda, izlediğinde sövmekten ağzı köpürdüğü birine neden nazik davranır ulan Twitter dan? Göte göt denir.

Zaten hepimiz çıplağız.
Ayça Şen başkan.

15 Aralık 2009 Salı

Ağlarım!!!

nehirler yarışır, çağıldar gözlerinde
o nehirler benim nehirlerimdir
aşk
ki azar azar benim yerimdir
üşüyorsam, sokaktaysam, yalnızsam
gözlerin ey yâr benim evimdir

vurulup düştükçe, düştükçe seni sevmekten caymayacağım
gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım!

iyi ki bu sestesin
dünyayı ısıtan nefestesin
bir haydut gibi gezinirim kapında
kalbimde tutuşan ateştesin…


rüzgârlar savrulur, uğuldar gözlerinde
o rüzgârlar benim rüzgârlarımdır
aşk
ki azar azar benim yerimdir
suskunsam, bozgunsam, bulutsuzsam
gözlerin ey yâr benim evimdir

iyi ki bu düştesin
her sabah ışıyan güneştesin
iyi ki yoksuluz bulutlar gibi
soğuyan dünyada sımsıcak fırınlar gibi

vurulup düştükçe, düştükçe sana koşmaktan caymayacağım
gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım

Yılmaz Odabaşı

14 Aralık 2009 Pazartesi

Diyarbakır havlıyor!!


"DİYARBAKIR HAVLIYOR" diye bir "şey" gördüm az önce, bir lavuk olağanca yaratıcılığıyla yazmış. Yapı itibariyle şeker gibi bir insanımdır. Tabii bu şeker kıvamı, içinde sürekli kızgın ve nefret dolu bir kimse olduğumdan, muhteşem şakalaşırken herhangi biriyle, birden elimin tersiyle ağzına çarpıp fevkalade çirkinleştirebilirim kendimi ve bulunduğum ortamı. Elimi dilimi asla korkak alıştırmam, dolayısıyla da burnum boktan asla kurtulmaz.Neyse.. DTP nin kapatılması sanal ortamda türlü türlü cengaver türetti. Sanal ortam güzelliği midir bu bilemiyorum, ama sokaktakinden muhakkak daha sert geçiyor.Çünkü anasına, bacısına tecavüz etmek sanal ortamda muhteşem bir kolaylık.Zaten her şeyde olduğu gibi en felaketi hep yurdum kadınına geliyor,tecavüze uğruyor, çocuğunu, kardeşini kocasını kaybediyor üstüne birde Anadolu'nun muhteşem kadını olduğunu göstermek için güçlü durmak zorunda. Keza tecavüze mi uğradı, e bu namus meselesi, seni öldürmek zorundayız üzülerek...
Asla cıvıklaştırmak istemiyorum bu durumu fakat öyle yetersiz bir insanım ki, süslü, değişik enteresan kelimelerle açıklamak yerine sadece küfür edebiliyorum. DTP kapatılmadan önce sanal ortamın kralı "mecliste PKK istemiyoruz" tarzı gruplardı. Köpekler hepimiz kardeşiz, ananızı bacınızı şöyle zikicez, sizin için de türlü güzellikler düşünüyoruz söylemleri. Peki güzel kardeşim, kardeş kardeşi ziker mi? Mesela fotoğrafta gördüğünüz, yüzlerinden pürüpak oldukları belli, delikanlılar, abiler ne yapıyor? Şiirlerini yazamayan, türkülerini söyleyemeyen kardeşlerinden ne istiyor? Vatanı mı böldürtmeyecek bu köpekler? Bunların koruduğu bir vatan ne hayrımıza olacak sorusunu daha sonra soracağım. Moraller bozuk. Kendimizi kandırmayalım artık. İzmir'deki DTP konvoyuna saldırı, bir İzmir'linin gurur duyacağı en son şey olmalı, utanmalı hatta, nerede kaldı medeniyet? Birbirimizi öldüreceğiz galiba... Birbirimiz sırf üstümüzden rant sağlamak isteyenlere peşkeş çekeceğiz, ülkeyi siyasi parti çöplüğü yapacak, bu partileri var eden insanları görmezden gelecek, sonra isyanlarında onlara hayvan muamelesi yapacağız. Görmezden gelmeyi aslında ne güzel empoze etmişlerdi bünyemize, günlük güneşlikti herşey. Sonra parçalanmış bankamatiklerden rahatsız olduk, para çekemedik, biber gazını yedik oturduk götümüzün üstüne ve sövdük. Bunlar olana kadar pek farkında değildik yahu, ama insan kendini farkettirebilmek için böyle şeyler yapar mı? Aç kaldığımızda meclis önünde soyunmalar meşhurdu, sonra orospu olmalar, sonra gasp etmeler, sonra adam öldürmeler.. Bunları para için yaptık. Şimdi kardeşlerimiz hem parasızlar, hem dilleri yok, hem hakları... Kaybetmek için hiçbir şeyi olmayan birinden daha korkunç ne olabilir?? Korkacağız, yüreğimiz ağzımızda yaşayacağız ve bu bir avuç kendini bilmez yüzünden olacak. Bu kendini bilmezler birbirimize düşürecek bizi, taraf olacağız. Apo denen zibidinin kucağında bırakacağız kardeşlerimizi ve nefret edeceğiz. Köpeklerin onbinlerce kişilik mitinglerine söveceğiz ya da sevineceğiz. Biz yalnızlıktan öleceğiz!
Sanal alemde siktiri boktan gruplara tamah edeceğiz, oradan efelik yapacağız. Askerlerimize ağlayacağız sonra, hiç bitmeyen yüksek lisans öğrencisi kalacağız asla asker olmamak için. Böyle geçip gidecek günlerimiz, çok üzüleceğiz daha, görmezden geldiklerimiz gözümüze gözümüze girecek.
Şimdi sağ duyumuzu kaybetmemeyi diliyorum, içimde ki öfkeyi kontrol edemez hale getirip şekerliğimi de kaybetmek istemiyorum, ama şu göt olmuş sanal alem (via sezyum), şu fotoğraftaki lavuklar, şu tavandaki hükümet büyüklerini evirip çevirip beter etmek istiyorum.
Demokratik mücadelesine izin verilmeyen, varoluşunu başka türlü ispatlamaya çalışanlar "Diyarbakır havlıyor" diyen kimselerin cücük beyinlerini patlatsın istiyorum.
Ha bu arada, bu barış açılımını da yapan, kıçına şemsiye sokup açmaya çalışsın!

13 Aralık 2009 Pazar

can yücel..


Nereden çıktıysa bu kış vakti, bir yerde gördüm özendim.. Mutsuzluğunu hatırlamak çok kötü..


Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.

"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.

8 Aralık 2009 Salı

Tembellik Manifestosu..

'2006..

Bizler anlayamayız uzaktan eko halinde gelen “çalışmadan yapamam” sözlerini.Kıssadan hisse yatış biçimleriyiz kendi içimizde…Bir evin içinde sorumluluk duygusundan uzak bir şekilde kalabiliriz günlerce,kanepeden kalkmayı yemek ve tuvalet ihtiyacı için itinayla beceririz.Evden çıktığımız anda değişen kaldırım taşlarına şaşırabiliriz,sürekli yürüdüğümüz yolda bir sürü mağazada açılmış olabilir,ilgilenmeyiz.

Varoluş şekillerimiz başkadır,zorunluluktan azad edilmiş gerçekliklerimiz vardır.Başka durumlar seçmişizdir,yatma durumu tamamıyla bilinçli bir tercihtir. Yaşam tercihimizi yerinde duramayan,çalışan ve illaki bir şeyler üretmeye çalışan insanların dışladıkları,hor gördükleri bir yerde konumlandırmışızdır. Amacımız maksimum tembellik minimum hareket olduğundan, itici bulunuruz, çalışma aşığı bunca insan arasında.Başucumuzda Charles Bukowski kitapları görülür sıklıkla, “çalışmak güzel bir şey olsa üstüne para vermezlerdi” sözünü iliklerimize kadar hisseder, öylece kabul ederiz. Oblomov hayranlığımız almış başını gitmiştir,atamız sayarız küçük burjuvalığı haricinde..

Kendi aramızda çalışmama brifingleri veririz, insan bedenine eziyet değil midir bu koşuşturma onu tartışırız. Tanrı bize tembel olabilme yeteneğini verdiyse,bunu sonuna kadar kullanmak hakkımızdır. İç hesaplaşmalarımızda fazlacadır çalışanlara oranla,yanlış bir tercih olabilir bizimki… Beynimiz çalışırken dinlendirmeye aldığımız bünyemiz,övünç kaynağıdır,uzaktan kumanda “uzakta” diye sıkıcı programlar izlemek,tuvalete gitmemek için direnmek sadece biraz daha egzersiz yaptırmak içindir zihnimize,çözümlerini bulmak için…

En sevdiğimiz arkadaş toplantıları evde,yatar halde geçirilenlerdir. İçkimiz elimizde ve ev kalabalık olduğunda minimum enerji harcayarak gerçekleştiririz ihtiyaçlarımızı.Başka insanlara ihtiyacımız yoktur,tembellikten örgütlenme zorluğu çektiğimiz halde bizim gibiler er yada geç karşımıza çıkar,diğerleriyle de nasılsınız,teşekkür ederim bende iyiyim cümlelerinden sonra konuşmanın pek anlamı yoktur. Bir arkadaşım her içki içişinde üstadı Bukowski nin “hep sarhoş olmaya karar verdim,sıradanlığımı alıp götürüyor,sıradanlıktan yeterince uzaklaşabilirsem sıradan olmam belki” sözünü tekrarlayıp durur. Ve ahlakçılar tarafından susturulmaya çalışır,”ama insan,ama insan….” Diye başlayan cümlelerle,çalışan insanların az sayıda okuduğu kitap,az sayıda izlediği bir film olduğundan-genellikle- farklı kelimelerle cümle kuramadıklarını bildiği için bir şeyler söyleme çabalarına olağan tembelliğiyle gülerek karşılayıp,diğerlerini ona bir şeyler anlatma çalışmasından diskalifiye eder.

Şahane aşıklardır çoğunluğumuz,sevgilimizi düşünmekle geçer tüm günümüz,anti sosyal hayatlarda sürüklendiğimiz için sadakat bir parçamızdır. Fikirlerle dolu olan beynimiz,icraatta teklese de çokça sevgililerimiz tertemiz kalbimiz olduğunun ve onlar için ne kadar çok şey yapmak istediğimizin farkındadırlar.:)

Bağımlı insanlar değilizdir,kayıtsızlık hali bilinçli bir tercihtir. Stefano Elio D’Anna’ nın Tanrılar Okulunda bahsettiği “düşleyin” durumunu kabullenip bir çelişki yaşasakta içimizde bize anlattığı hayatla ilgili,bağımlı değil tembel olmayı seçtik ve Dreamer ‘ın da dediği gibi hala hayal kuruyoruz…Hmm,neydi ? Biz özgürlüğümüzü bir avuç uydurma gerçeklikle takas etmedik!

5 Aralık 2009 Cumartesi

Pipim çıkarsa diye..

Ergenliğimde hiç saçmalamadım, gerçekten. Ve saçmalayanların tam orta yerinde oyun kurucu görevindeydim.Saçmalamadım dediysem, fevkalade saçmaladım, saçmalamadığım tek şey erkeklerdi..Benim hiç kolejli kıza yakışmayan sokak çocuğu sevgilim olmadı ya da kendimden 10 yaş büyük birine aşık olup her aradığında arabasına atlayıp, pangallıklara vurmadım kendimi. Hepsiyle arkadaştım çünkü ve bundanda yıllarca gurur duydum.Ta ki gencecik yaşımın neredeyse dörtte birini kaplayan bir ilişkim bitip, zaman zaman tekerrür etme girişimlerine başlayana kadar. Ne zormuş be kardeşim! Birde yıllarca sevgili olduğum adam için "ben ona hiç aşık olmadım, hep başkasına aşıktım, 10 senedir başkasına aşık sayılabilirim aslında" diye kıçıma itinayla girecek büyük laflar ettim.
Sevildiğimden emin olduğum zamanlar oldu, dolayısıyla tüm aşağılıklığımla aşık olduğum çocuğu düşündüm hep, onu istedim.. En ufak bir beklentim olmadı bu arada sevgilimden, kendimi bildim bileli çünkü yönlendirilmesi gereken fakat bir türlü yönlendirilemeyen, ne yapmak ne olmak istediğine bir türlü karar veremeyen, herhangi bir öneriyi anında reddeden saçma birisi oldum. Bana böyle tahammül eden, iyi bir insan sevgilim olarak kalabilirdi, ben olgun bir insanım, aşkta neymiş gibi beylik laflar ettim saçmasapan, çünkü erkekler konusunda hiç saçmalamamıştım, bir tabur balta arasındaki kızdım ben ve belki pipim bile çıkabilirdi.. Bunu önemsedim, nasıl çalışmayan bir beynim varsa bu durum hep hoşuma gitti, gittiydi yani..
Sonra birden aydınlandım. Sesli bir şekilde "çok yalnızım ulan" dedim. Süper bencil bir çocuğa aşık olmuştum 15 yaşında, 10 seneden fazla zaman geçmiş üstünden.. bu 10 senenin 7 senesi beni sadece uzaktan izlemekle yetinen, ben iyiysem iyi, kötüysem kötü ve tabiki söz dinlemediğim için üstümdeki yüke asla ortak olmayan bir sevgilim olmuştu. Envayi çeşit saçmalık yapmıştım, izleyicisiydi onların.. İzleyicilerim arasında canım dediğim bir avuç arkadaşımda vardı, onlar benim çocukluğumdu.. Hepsini şöyle bir gözden geçirdim, saçmalama zamanlarında saçmalamışlardı, ve bırakıp devam etmişlerdi herşeye.. Halbuki ben hala bir üst geçitte cam kırıklarının arasında ilk önce solculuk oynayıp, hadi bırakın lan istop oynayalım kızı kalmıştım. Onlar aşık olmuş terkedilmiş, üzülmüş ve ilerlemişlerdi.. ben terkedildiğim yerden her geçtiğimde ağlıyordum, onlar çoktan önlerindeki maçları beklemeye koyulmuşlardı, benim olabilecek en ufak bir deneyime tahammülüm yoktu. Skandal! Kaldığım yerde kala kalmıştım, olgunum ben aşığım diye üzülemeyeceğim deyip, hep yazık ettiğimi düşündüğüm sevgilimle kalmaya karar verdiğim an herşeyi kaybetmiştim. Bu ağır yük malesef sosyal hayatımda muhteşem bir hayal kırıklığı yaratmış, kafamda inandığım herşeyin peşinden koşma girişiminde bulunmuş ama sonra derhal vazgeçmişim.Tutunamama problemim hat safha da devam ediyor halim gerçekten içler acısı. İnsan 15 sene önceki gibi kalır mı? Kim dedi değişmek kötü birşey diye ulan! Herkes değişir, ortada bir öbek bok gibi kalırsınız size söyleyeyim, derhal değişin, birşeyler sizi değiştirsin yani izin verin.. Solcuyken islamcı, islamcıyken liberal olanları bağrıma basacağım, öyle hastası oldum değişimin. Orta da yapayalnız kaldım, bu gerçek ayol, ajite etmek için söylemiyorum yani..
Neyse nerden girdiğimi unuttum bu son cümlemi okuyunca şimdi de, moralim bozuk.. Acayip bozuk. Kimi bıraksam hayatına devam ediyor ve ben böyle daha fazla yaşayamayacağım. Devam edenleri kıskanmaktan ziyade sinirleniyorum artık. Arkadaşlarım hayatına devam ediyor, aşık olduğum -eskiden tabi artık- çocuk devam ediyor, en son bana koyup bu yazıyı yazdıran da eski sevgilimin hayatına devam ettiğini görmek. E ne oldu? Ben hala kala kalmış vaziyetteyim, deli deli işlere kalkışıp vazgeçme hallerindeyim..
Sinirleniyorum!
Koduğumun hayatında tek hakkım vardı ve ben kendime bakınca süper başarısız bir insan görüyorum. Başaramadım, olmadı yani deyip hala öylece duruyorum..Ara sıra kendimi yokluyorum velev ki bir düğmem vardır, birinin eli deyip off konumuna getirmiştir, on yaptım mı aynen başlarım diye ama malesef..
İşte bunları o ergen zamanlarda üzülmeyi saçma bul, kız gibi kapris yapmayı saçma bul, ilgi beklemeyi saçma bul, birinin hayatını kolaylaştırmasını saçma bul tribinde -kafam kopsun- ben olgunum, diğerlerinden farklıyım tribiyle geçirirsen, akranların çocuk çocuğa karışırken sen hala adım atmaya çalışırsın güzel kızım. Şimdi küllerinden doğma tribine gireceğini biliyorum, erkenden uyarayım, senin harcın değil o işler, git bir köşede ölmeyi bekle güdük kız!!

2 Aralık 2009 Çarşamba

Sekreter Aranıyor!


Kandırdım.
Sekreter aranmıyor aslında. Ben sekreter olacağım. Annem seri halinde muhteşem şekilde klavye kullanmamı çok beğenmiş, onu hayal kırıklığına uğratmayacağım.Hazır sekreter olacakken kendime bir kaç prensip edindim onları paylaşacağım.
1- Asla ve katt a ben özgürüm, kendi ayaklarım üstünde durabilirim kızı olmayacağım yeni iş hayatımda, keza 8 -9 senelik büyük şehir maceramdan bir şey öğrendiysem benim bu işi beceremediğimdir,başaramadım yani. Dolayısıyla da bu sefer, ilgiye, korunmaya bakılmaya muhtaç, elinden de her iş geliyor aslında yavru kedisi olup, illa bir erkeğe sırtımı dayayacağım. Tüptür, market alışverişidir, faturalarıdır, kendilerinden muhakkak yardım alacağımdır.
2- Yeni çevremde yetiştiriliş tarzım olan, aklına ne geliyorsa o an söyle, kelime hazinen yetersizse küfürle boşlukları doldur durumunu bırakacağım. Küfür eden erkek gibi kız, ben bunu acaba bir kere şaapabilir miyim sorularını ilk önce katiyen akıllara getirtmeyeceğim. Daha çok kasabalı birşeyden anlamayan kızı oynayıp, her tacizi anlamamazlıktan gelecek, bütün işlerimi hallettirip en son patlayacağımdır, kullanıp atacağım yani patron neyin ne varsa..
Çok canım sıkıldı bu maddelerden, kısaca diyorum ki önümde beni bekleyen muhteşem bir hayat olabilir, mutluluk sekreterlikte gizli olabilir,deneyeceğim. He sekreterlikte de başarısızsam en kötü Nermin Bezmen olacağım canlarım.of.

1 Aralık 2009 Salı

çok adi.

2009' un ilk dört ayına ithafen yazılmış, kendisiyle helalleşiyorum, böyle saçmalıklar yazdıran, böyle sıkıştırıp bırakan olaylar yaşamamak için totem yapıyorum..




Evet içime bir varoş insanı girdi. Çıkmışlığı var mıydı zaten pek bilemiyorum. Peki. Bu giriş olmadı.
Görmezden geldiğim -içimdeki- varoş insanı, artık o kadar gözüme girdi ki görmememe, yokmuş gibi davranmama imkan yok diye başlıyım lafıma.
Bebeklikten, ergenliğe, ergenlikten bu noolduğu bilinmez yaşıma, idrakimin tuhaf gelişimi sonucu farklı farklı algıladığım pek çok acıya şahit oldum.Sevdiklerimin şahitlikleri de dahil.Bu aralar favorimiz ölümler..
Hepimiz birer ölüm şahidiyiz kendi çapımızda. Ortak ölümler, acılarımızı farklı farklı etkiliyor. Kiminin her ölüm haberinde içini en çok acıtanı, kiminin; ölüm bam teline basmamış olanların yani, ölümden ziyade sevdiklerinin üzüntüsü canını yakıyor. Bam teline basılmışlar en sevdiklerini kaybetmemelerinin sonuçları hayaline yatarken, diğer kısım gözlerinin önünde üzülen sevdiklerine üzülüyor.
Tuhaf yılların kralında konuşlandığımız için, elimiz kolumuz bağlı izliyoruz. Her ölüm haberinde birbirimizin yüzüne bakıp nasıl üzülsek diye düşünüyoruz. Mesela hayatımızda hiç görmemişiz ama en sevdiğimizin, en sevdiklerinden. Hayat çok adi. O kadar adi ki sana sadece sevdiğinin üzüldüğüne üzülmen gerekirken, onunla aynı hissetmene zorluyor ve hissetmediğin için midene bir yumruk vicdan azabı bırakıyor. Her ölüm en acılı olanını hatırlattığı için zaten bir vurgun yiyoruz. Kaybettiğimiz hele en sevdiklerimizdense soluğumuz kesiyor. Omuzlarımıza bastırıyor biri. Nefes alayım Allah’ım nasıl olacak diyorsun. Durduğun yerde dönmeye başlıyor her şey. Anılar anılar anılar… bir bakıyorsunuz en sevdiğiniz hayatınızın her anında. Tamam, şimdi yok peki nasıl olacak? Burnunuzun direğini sızlata sızlata yaşatacak hayat sizi. Hayatınızın her anında olup, gideniniz olmadan; sürecek hayat ve sürdüğü için vicdan azabınız boğazınıza düğümlenip yaşayacaksınız. Bir katille, bir orospu çocuğuyla aynı yerde yaşayıp, aynı havayı soluyacaksınız. İlahi bir güç “show must go” diyor çünkü. Devam ettirmeye çalıştığımız şey ağırlaştıkça ağırlaşıyor, delik deşik oluyoruz. Hayat sürmeye çalışıyor, gülmek istiyor fakat acı çektiğiniz için gülmeye utanıyorsunuz. Kötü insan olur muyuz devam edersek. Devam da etmek lazım. Bir eksikle devam etsek mesela, yaşantımız nasılsa sürmek zorunda. Az mı etkilenmiş gözükürüz? Kime gözükürüz sahi? Neden salıverip, içimiz çıkana kadar ağlamayı sürdürüyorduk? Çektiğimiz acının limiti ne olunca yeterli olacaktı? Vicdan azabımıza birde etrafımızdan mı etkenler katılıyordu. Acımızı zerre kadar anlamayan ama –mış- gibi yapanlar mı vardı birde. Evet onlar hep olacak. Onların yanında iyi şeyler hissedilmeyecek, vicdan azabının vücut bulmuş hali onlar çünkü. Üstelikte müdahale ediyorlar.
Her ölümün ardından yaşayacak sebepler buluyorum. Mesela bir ölüm, karanlık bir lise bahçesinin aşk hayatımı sıkılmadan dinleyen sarışın, güzel bir çocuk siluetini, başka bir ölüm sarhoş, yanakları kızarmış, utangaç bir serseriyi, bir ölüm kına kokusunu, başka bir ölüm saçlarını böyle yaparsan vallahi yolucam saçını başını haa cümlelerimi... Ben bunları hatırlamak için yaşarım, güzel güzel yaşarım. Sevdiklerimle daha çok ve daha güzel zaman geçirmek için. Bir kadeh bir şeyler içmek için, gözünün içine bakıp kikirdemek için, bırakıp gidenleri anmak için… Erken olan her ölüm çok acıklı ve çok beyaz…
Ne demişti Hintli kamyon şoförü?
“nobody remains virgin , life fucks everyone”
Hepimizi…
Hayat çok adi