18 Aralık 2009 Cuma

zaten hepimiz çıplağız!

"Benim adım Hıdır, elimden gelen budur" diye isyan edicem. Evet yapıcam bunu.Bana Twitter duygusallığından, yalakalığından gına geldi. Ki gördüğüm kadarıyla çok karaktersiz bir karakterim varmış benimde, bunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Neyse günlük hayatımda pek "yüreğim, kalp kırıklığım, sana aşkım geçmeyen baş ağrım" gibi cümleler kurmadığım için zaten öküz, ruhsuz muamelesi görürüm. Bununla yaşamayı, ah aşk nerelerdesin deyip süslü cümleleri hiç bitmeyenleri idare etmeyi öğrendim. En büyük acıyı onlar çeker, en büyük aşk onlarınkidir, çok hassas oldukları için en çok etkilenirler, sonra aşk doktoruyla aşk meşk meselelerini konuşurlar falan.. Hassasiyete bak amk.
İş bu hassas hanımlar, beylerle sosyal hayatımda minimum düzeyde seviyeli bir ilişkim olduğu için son problemim onlar keza ben sosyal hayatta daha ziyade espiri anlayışınız, hayata bakış açınız aynı gibi gözüken ama yaptığınız vahşi espirilere bir şey diyemedikleri için içten içe size kinlenip, her boşlukta intikam hamlesi yapan arkadaş kimseleriyle haşır neşirimdir. Konuyu dağıtmadan bu duygusal abiler, ablalara gelecek olursak twitter da hepsi gözüme gözüme giriyor. Hatta çeşit çeşitler..Kendisi hakkında sayfalarca yazı yazıp, kendini pek önemsediğinden mütevellit Twitter ünlüleriyle illa görüşünü paylaşmak isteyenler, aşkını dağlara taşlara yazanlar, bir ben var bende benden içericiler.. of ki ne of. Normal hayatta kısıtlı zaman geçirdiğin için idare edebiliyorsun evet, peki ya artık twitter bağımlısı olduğunda ve onlar sürekli orda olduğunda ne yapacaksın?? Hepsi nezaket kumkuması, hepsi sevgi kelebeği ve hepsi dost. Yahu insanın içinden bir kere "yürü lan burdan" demek geçmez mi?Bu nasıl bir sinir sağlamlığıdır, bu nasıl bir herkesi seviyorumculuktur. Bir gerizekalı yoruma da "ha yürü burdan yapraaam" de, de bunu gerçek olduğunu bilelim değil mi? I ıh değil.
Normal hayatta en mutlu olduğum zamanlar bir insanın gözüne bakıp "seni sevmiyorum,onun için ayrılalım" cesaretine sahip olduğum zamanlardı, bıraktım bu huyumu "aman yanlış anlar aman kötü düşünür falan" diye diye, mutsuzluktan ölme kıvamına geldim, Twitter da da aynen bu halet-i ruhiyedeyim, evet normal hayatta kendimi öldüremiyorum ve bir başkasını, ama Twitter da blocklar blocklar giderim, hahayt!!

Bu arada insan okuduğunda, izlediğinde sövmekten ağzı köpürdüğü birine neden nazik davranır ulan Twitter dan? Göte göt denir.

Zaten hepimiz çıplağız.
Ayça Şen başkan.

15 Aralık 2009 Salı

Ağlarım!!!

nehirler yarışır, çağıldar gözlerinde
o nehirler benim nehirlerimdir
aşk
ki azar azar benim yerimdir
üşüyorsam, sokaktaysam, yalnızsam
gözlerin ey yâr benim evimdir

vurulup düştükçe, düştükçe seni sevmekten caymayacağım
gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım!

iyi ki bu sestesin
dünyayı ısıtan nefestesin
bir haydut gibi gezinirim kapında
kalbimde tutuşan ateştesin…


rüzgârlar savrulur, uğuldar gözlerinde
o rüzgârlar benim rüzgârlarımdır
aşk
ki azar azar benim yerimdir
suskunsam, bozgunsam, bulutsuzsam
gözlerin ey yâr benim evimdir

iyi ki bu düştesin
her sabah ışıyan güneştesin
iyi ki yoksuluz bulutlar gibi
soğuyan dünyada sımsıcak fırınlar gibi

vurulup düştükçe, düştükçe sana koşmaktan caymayacağım
gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım

Yılmaz Odabaşı

14 Aralık 2009 Pazartesi

Diyarbakır havlıyor!!


"DİYARBAKIR HAVLIYOR" diye bir "şey" gördüm az önce, bir lavuk olağanca yaratıcılığıyla yazmış. Yapı itibariyle şeker gibi bir insanımdır. Tabii bu şeker kıvamı, içinde sürekli kızgın ve nefret dolu bir kimse olduğumdan, muhteşem şakalaşırken herhangi biriyle, birden elimin tersiyle ağzına çarpıp fevkalade çirkinleştirebilirim kendimi ve bulunduğum ortamı. Elimi dilimi asla korkak alıştırmam, dolayısıyla da burnum boktan asla kurtulmaz.Neyse.. DTP nin kapatılması sanal ortamda türlü türlü cengaver türetti. Sanal ortam güzelliği midir bu bilemiyorum, ama sokaktakinden muhakkak daha sert geçiyor.Çünkü anasına, bacısına tecavüz etmek sanal ortamda muhteşem bir kolaylık.Zaten her şeyde olduğu gibi en felaketi hep yurdum kadınına geliyor,tecavüze uğruyor, çocuğunu, kardeşini kocasını kaybediyor üstüne birde Anadolu'nun muhteşem kadını olduğunu göstermek için güçlü durmak zorunda. Keza tecavüze mi uğradı, e bu namus meselesi, seni öldürmek zorundayız üzülerek...
Asla cıvıklaştırmak istemiyorum bu durumu fakat öyle yetersiz bir insanım ki, süslü, değişik enteresan kelimelerle açıklamak yerine sadece küfür edebiliyorum. DTP kapatılmadan önce sanal ortamın kralı "mecliste PKK istemiyoruz" tarzı gruplardı. Köpekler hepimiz kardeşiz, ananızı bacınızı şöyle zikicez, sizin için de türlü güzellikler düşünüyoruz söylemleri. Peki güzel kardeşim, kardeş kardeşi ziker mi? Mesela fotoğrafta gördüğünüz, yüzlerinden pürüpak oldukları belli, delikanlılar, abiler ne yapıyor? Şiirlerini yazamayan, türkülerini söyleyemeyen kardeşlerinden ne istiyor? Vatanı mı böldürtmeyecek bu köpekler? Bunların koruduğu bir vatan ne hayrımıza olacak sorusunu daha sonra soracağım. Moraller bozuk. Kendimizi kandırmayalım artık. İzmir'deki DTP konvoyuna saldırı, bir İzmir'linin gurur duyacağı en son şey olmalı, utanmalı hatta, nerede kaldı medeniyet? Birbirimizi öldüreceğiz galiba... Birbirimiz sırf üstümüzden rant sağlamak isteyenlere peşkeş çekeceğiz, ülkeyi siyasi parti çöplüğü yapacak, bu partileri var eden insanları görmezden gelecek, sonra isyanlarında onlara hayvan muamelesi yapacağız. Görmezden gelmeyi aslında ne güzel empoze etmişlerdi bünyemize, günlük güneşlikti herşey. Sonra parçalanmış bankamatiklerden rahatsız olduk, para çekemedik, biber gazını yedik oturduk götümüzün üstüne ve sövdük. Bunlar olana kadar pek farkında değildik yahu, ama insan kendini farkettirebilmek için böyle şeyler yapar mı? Aç kaldığımızda meclis önünde soyunmalar meşhurdu, sonra orospu olmalar, sonra gasp etmeler, sonra adam öldürmeler.. Bunları para için yaptık. Şimdi kardeşlerimiz hem parasızlar, hem dilleri yok, hem hakları... Kaybetmek için hiçbir şeyi olmayan birinden daha korkunç ne olabilir?? Korkacağız, yüreğimiz ağzımızda yaşayacağız ve bu bir avuç kendini bilmez yüzünden olacak. Bu kendini bilmezler birbirimize düşürecek bizi, taraf olacağız. Apo denen zibidinin kucağında bırakacağız kardeşlerimizi ve nefret edeceğiz. Köpeklerin onbinlerce kişilik mitinglerine söveceğiz ya da sevineceğiz. Biz yalnızlıktan öleceğiz!
Sanal alemde siktiri boktan gruplara tamah edeceğiz, oradan efelik yapacağız. Askerlerimize ağlayacağız sonra, hiç bitmeyen yüksek lisans öğrencisi kalacağız asla asker olmamak için. Böyle geçip gidecek günlerimiz, çok üzüleceğiz daha, görmezden geldiklerimiz gözümüze gözümüze girecek.
Şimdi sağ duyumuzu kaybetmemeyi diliyorum, içimde ki öfkeyi kontrol edemez hale getirip şekerliğimi de kaybetmek istemiyorum, ama şu göt olmuş sanal alem (via sezyum), şu fotoğraftaki lavuklar, şu tavandaki hükümet büyüklerini evirip çevirip beter etmek istiyorum.
Demokratik mücadelesine izin verilmeyen, varoluşunu başka türlü ispatlamaya çalışanlar "Diyarbakır havlıyor" diyen kimselerin cücük beyinlerini patlatsın istiyorum.
Ha bu arada, bu barış açılımını da yapan, kıçına şemsiye sokup açmaya çalışsın!

13 Aralık 2009 Pazar

can yücel..


Nereden çıktıysa bu kış vakti, bir yerde gördüm özendim.. Mutsuzluğunu hatırlamak çok kötü..


Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.

"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.

8 Aralık 2009 Salı

Tembellik Manifestosu..

'2006..

Bizler anlayamayız uzaktan eko halinde gelen “çalışmadan yapamam” sözlerini.Kıssadan hisse yatış biçimleriyiz kendi içimizde…Bir evin içinde sorumluluk duygusundan uzak bir şekilde kalabiliriz günlerce,kanepeden kalkmayı yemek ve tuvalet ihtiyacı için itinayla beceririz.Evden çıktığımız anda değişen kaldırım taşlarına şaşırabiliriz,sürekli yürüdüğümüz yolda bir sürü mağazada açılmış olabilir,ilgilenmeyiz.

Varoluş şekillerimiz başkadır,zorunluluktan azad edilmiş gerçekliklerimiz vardır.Başka durumlar seçmişizdir,yatma durumu tamamıyla bilinçli bir tercihtir. Yaşam tercihimizi yerinde duramayan,çalışan ve illaki bir şeyler üretmeye çalışan insanların dışladıkları,hor gördükleri bir yerde konumlandırmışızdır. Amacımız maksimum tembellik minimum hareket olduğundan, itici bulunuruz, çalışma aşığı bunca insan arasında.Başucumuzda Charles Bukowski kitapları görülür sıklıkla, “çalışmak güzel bir şey olsa üstüne para vermezlerdi” sözünü iliklerimize kadar hisseder, öylece kabul ederiz. Oblomov hayranlığımız almış başını gitmiştir,atamız sayarız küçük burjuvalığı haricinde..

Kendi aramızda çalışmama brifingleri veririz, insan bedenine eziyet değil midir bu koşuşturma onu tartışırız. Tanrı bize tembel olabilme yeteneğini verdiyse,bunu sonuna kadar kullanmak hakkımızdır. İç hesaplaşmalarımızda fazlacadır çalışanlara oranla,yanlış bir tercih olabilir bizimki… Beynimiz çalışırken dinlendirmeye aldığımız bünyemiz,övünç kaynağıdır,uzaktan kumanda “uzakta” diye sıkıcı programlar izlemek,tuvalete gitmemek için direnmek sadece biraz daha egzersiz yaptırmak içindir zihnimize,çözümlerini bulmak için…

En sevdiğimiz arkadaş toplantıları evde,yatar halde geçirilenlerdir. İçkimiz elimizde ve ev kalabalık olduğunda minimum enerji harcayarak gerçekleştiririz ihtiyaçlarımızı.Başka insanlara ihtiyacımız yoktur,tembellikten örgütlenme zorluğu çektiğimiz halde bizim gibiler er yada geç karşımıza çıkar,diğerleriyle de nasılsınız,teşekkür ederim bende iyiyim cümlelerinden sonra konuşmanın pek anlamı yoktur. Bir arkadaşım her içki içişinde üstadı Bukowski nin “hep sarhoş olmaya karar verdim,sıradanlığımı alıp götürüyor,sıradanlıktan yeterince uzaklaşabilirsem sıradan olmam belki” sözünü tekrarlayıp durur. Ve ahlakçılar tarafından susturulmaya çalışır,”ama insan,ama insan….” Diye başlayan cümlelerle,çalışan insanların az sayıda okuduğu kitap,az sayıda izlediği bir film olduğundan-genellikle- farklı kelimelerle cümle kuramadıklarını bildiği için bir şeyler söyleme çabalarına olağan tembelliğiyle gülerek karşılayıp,diğerlerini ona bir şeyler anlatma çalışmasından diskalifiye eder.

Şahane aşıklardır çoğunluğumuz,sevgilimizi düşünmekle geçer tüm günümüz,anti sosyal hayatlarda sürüklendiğimiz için sadakat bir parçamızdır. Fikirlerle dolu olan beynimiz,icraatta teklese de çokça sevgililerimiz tertemiz kalbimiz olduğunun ve onlar için ne kadar çok şey yapmak istediğimizin farkındadırlar.:)

Bağımlı insanlar değilizdir,kayıtsızlık hali bilinçli bir tercihtir. Stefano Elio D’Anna’ nın Tanrılar Okulunda bahsettiği “düşleyin” durumunu kabullenip bir çelişki yaşasakta içimizde bize anlattığı hayatla ilgili,bağımlı değil tembel olmayı seçtik ve Dreamer ‘ın da dediği gibi hala hayal kuruyoruz…Hmm,neydi ? Biz özgürlüğümüzü bir avuç uydurma gerçeklikle takas etmedik!

5 Aralık 2009 Cumartesi

Pipim çıkarsa diye..

Ergenliğimde hiç saçmalamadım, gerçekten. Ve saçmalayanların tam orta yerinde oyun kurucu görevindeydim.Saçmalamadım dediysem, fevkalade saçmaladım, saçmalamadığım tek şey erkeklerdi..Benim hiç kolejli kıza yakışmayan sokak çocuğu sevgilim olmadı ya da kendimden 10 yaş büyük birine aşık olup her aradığında arabasına atlayıp, pangallıklara vurmadım kendimi. Hepsiyle arkadaştım çünkü ve bundanda yıllarca gurur duydum.Ta ki gencecik yaşımın neredeyse dörtte birini kaplayan bir ilişkim bitip, zaman zaman tekerrür etme girişimlerine başlayana kadar. Ne zormuş be kardeşim! Birde yıllarca sevgili olduğum adam için "ben ona hiç aşık olmadım, hep başkasına aşıktım, 10 senedir başkasına aşık sayılabilirim aslında" diye kıçıma itinayla girecek büyük laflar ettim.
Sevildiğimden emin olduğum zamanlar oldu, dolayısıyla tüm aşağılıklığımla aşık olduğum çocuğu düşündüm hep, onu istedim.. En ufak bir beklentim olmadı bu arada sevgilimden, kendimi bildim bileli çünkü yönlendirilmesi gereken fakat bir türlü yönlendirilemeyen, ne yapmak ne olmak istediğine bir türlü karar veremeyen, herhangi bir öneriyi anında reddeden saçma birisi oldum. Bana böyle tahammül eden, iyi bir insan sevgilim olarak kalabilirdi, ben olgun bir insanım, aşkta neymiş gibi beylik laflar ettim saçmasapan, çünkü erkekler konusunda hiç saçmalamamıştım, bir tabur balta arasındaki kızdım ben ve belki pipim bile çıkabilirdi.. Bunu önemsedim, nasıl çalışmayan bir beynim varsa bu durum hep hoşuma gitti, gittiydi yani..
Sonra birden aydınlandım. Sesli bir şekilde "çok yalnızım ulan" dedim. Süper bencil bir çocuğa aşık olmuştum 15 yaşında, 10 seneden fazla zaman geçmiş üstünden.. bu 10 senenin 7 senesi beni sadece uzaktan izlemekle yetinen, ben iyiysem iyi, kötüysem kötü ve tabiki söz dinlemediğim için üstümdeki yüke asla ortak olmayan bir sevgilim olmuştu. Envayi çeşit saçmalık yapmıştım, izleyicisiydi onların.. İzleyicilerim arasında canım dediğim bir avuç arkadaşımda vardı, onlar benim çocukluğumdu.. Hepsini şöyle bir gözden geçirdim, saçmalama zamanlarında saçmalamışlardı, ve bırakıp devam etmişlerdi herşeye.. Halbuki ben hala bir üst geçitte cam kırıklarının arasında ilk önce solculuk oynayıp, hadi bırakın lan istop oynayalım kızı kalmıştım. Onlar aşık olmuş terkedilmiş, üzülmüş ve ilerlemişlerdi.. ben terkedildiğim yerden her geçtiğimde ağlıyordum, onlar çoktan önlerindeki maçları beklemeye koyulmuşlardı, benim olabilecek en ufak bir deneyime tahammülüm yoktu. Skandal! Kaldığım yerde kala kalmıştım, olgunum ben aşığım diye üzülemeyeceğim deyip, hep yazık ettiğimi düşündüğüm sevgilimle kalmaya karar verdiğim an herşeyi kaybetmiştim. Bu ağır yük malesef sosyal hayatımda muhteşem bir hayal kırıklığı yaratmış, kafamda inandığım herşeyin peşinden koşma girişiminde bulunmuş ama sonra derhal vazgeçmişim.Tutunamama problemim hat safha da devam ediyor halim gerçekten içler acısı. İnsan 15 sene önceki gibi kalır mı? Kim dedi değişmek kötü birşey diye ulan! Herkes değişir, ortada bir öbek bok gibi kalırsınız size söyleyeyim, derhal değişin, birşeyler sizi değiştirsin yani izin verin.. Solcuyken islamcı, islamcıyken liberal olanları bağrıma basacağım, öyle hastası oldum değişimin. Orta da yapayalnız kaldım, bu gerçek ayol, ajite etmek için söylemiyorum yani..
Neyse nerden girdiğimi unuttum bu son cümlemi okuyunca şimdi de, moralim bozuk.. Acayip bozuk. Kimi bıraksam hayatına devam ediyor ve ben böyle daha fazla yaşayamayacağım. Devam edenleri kıskanmaktan ziyade sinirleniyorum artık. Arkadaşlarım hayatına devam ediyor, aşık olduğum -eskiden tabi artık- çocuk devam ediyor, en son bana koyup bu yazıyı yazdıran da eski sevgilimin hayatına devam ettiğini görmek. E ne oldu? Ben hala kala kalmış vaziyetteyim, deli deli işlere kalkışıp vazgeçme hallerindeyim..
Sinirleniyorum!
Koduğumun hayatında tek hakkım vardı ve ben kendime bakınca süper başarısız bir insan görüyorum. Başaramadım, olmadı yani deyip hala öylece duruyorum..Ara sıra kendimi yokluyorum velev ki bir düğmem vardır, birinin eli deyip off konumuna getirmiştir, on yaptım mı aynen başlarım diye ama malesef..
İşte bunları o ergen zamanlarda üzülmeyi saçma bul, kız gibi kapris yapmayı saçma bul, ilgi beklemeyi saçma bul, birinin hayatını kolaylaştırmasını saçma bul tribinde -kafam kopsun- ben olgunum, diğerlerinden farklıyım tribiyle geçirirsen, akranların çocuk çocuğa karışırken sen hala adım atmaya çalışırsın güzel kızım. Şimdi küllerinden doğma tribine gireceğini biliyorum, erkenden uyarayım, senin harcın değil o işler, git bir köşede ölmeyi bekle güdük kız!!

2 Aralık 2009 Çarşamba

Sekreter Aranıyor!


Kandırdım.
Sekreter aranmıyor aslında. Ben sekreter olacağım. Annem seri halinde muhteşem şekilde klavye kullanmamı çok beğenmiş, onu hayal kırıklığına uğratmayacağım.Hazır sekreter olacakken kendime bir kaç prensip edindim onları paylaşacağım.
1- Asla ve katt a ben özgürüm, kendi ayaklarım üstünde durabilirim kızı olmayacağım yeni iş hayatımda, keza 8 -9 senelik büyük şehir maceramdan bir şey öğrendiysem benim bu işi beceremediğimdir,başaramadım yani. Dolayısıyla da bu sefer, ilgiye, korunmaya bakılmaya muhtaç, elinden de her iş geliyor aslında yavru kedisi olup, illa bir erkeğe sırtımı dayayacağım. Tüptür, market alışverişidir, faturalarıdır, kendilerinden muhakkak yardım alacağımdır.
2- Yeni çevremde yetiştiriliş tarzım olan, aklına ne geliyorsa o an söyle, kelime hazinen yetersizse küfürle boşlukları doldur durumunu bırakacağım. Küfür eden erkek gibi kız, ben bunu acaba bir kere şaapabilir miyim sorularını ilk önce katiyen akıllara getirtmeyeceğim. Daha çok kasabalı birşeyden anlamayan kızı oynayıp, her tacizi anlamamazlıktan gelecek, bütün işlerimi hallettirip en son patlayacağımdır, kullanıp atacağım yani patron neyin ne varsa..
Çok canım sıkıldı bu maddelerden, kısaca diyorum ki önümde beni bekleyen muhteşem bir hayat olabilir, mutluluk sekreterlikte gizli olabilir,deneyeceğim. He sekreterlikte de başarısızsam en kötü Nermin Bezmen olacağım canlarım.of.

1 Aralık 2009 Salı

çok adi.

2009' un ilk dört ayına ithafen yazılmış, kendisiyle helalleşiyorum, böyle saçmalıklar yazdıran, böyle sıkıştırıp bırakan olaylar yaşamamak için totem yapıyorum..




Evet içime bir varoş insanı girdi. Çıkmışlığı var mıydı zaten pek bilemiyorum. Peki. Bu giriş olmadı.
Görmezden geldiğim -içimdeki- varoş insanı, artık o kadar gözüme girdi ki görmememe, yokmuş gibi davranmama imkan yok diye başlıyım lafıma.
Bebeklikten, ergenliğe, ergenlikten bu noolduğu bilinmez yaşıma, idrakimin tuhaf gelişimi sonucu farklı farklı algıladığım pek çok acıya şahit oldum.Sevdiklerimin şahitlikleri de dahil.Bu aralar favorimiz ölümler..
Hepimiz birer ölüm şahidiyiz kendi çapımızda. Ortak ölümler, acılarımızı farklı farklı etkiliyor. Kiminin her ölüm haberinde içini en çok acıtanı, kiminin; ölüm bam teline basmamış olanların yani, ölümden ziyade sevdiklerinin üzüntüsü canını yakıyor. Bam teline basılmışlar en sevdiklerini kaybetmemelerinin sonuçları hayaline yatarken, diğer kısım gözlerinin önünde üzülen sevdiklerine üzülüyor.
Tuhaf yılların kralında konuşlandığımız için, elimiz kolumuz bağlı izliyoruz. Her ölüm haberinde birbirimizin yüzüne bakıp nasıl üzülsek diye düşünüyoruz. Mesela hayatımızda hiç görmemişiz ama en sevdiğimizin, en sevdiklerinden. Hayat çok adi. O kadar adi ki sana sadece sevdiğinin üzüldüğüne üzülmen gerekirken, onunla aynı hissetmene zorluyor ve hissetmediğin için midene bir yumruk vicdan azabı bırakıyor. Her ölüm en acılı olanını hatırlattığı için zaten bir vurgun yiyoruz. Kaybettiğimiz hele en sevdiklerimizdense soluğumuz kesiyor. Omuzlarımıza bastırıyor biri. Nefes alayım Allah’ım nasıl olacak diyorsun. Durduğun yerde dönmeye başlıyor her şey. Anılar anılar anılar… bir bakıyorsunuz en sevdiğiniz hayatınızın her anında. Tamam, şimdi yok peki nasıl olacak? Burnunuzun direğini sızlata sızlata yaşatacak hayat sizi. Hayatınızın her anında olup, gideniniz olmadan; sürecek hayat ve sürdüğü için vicdan azabınız boğazınıza düğümlenip yaşayacaksınız. Bir katille, bir orospu çocuğuyla aynı yerde yaşayıp, aynı havayı soluyacaksınız. İlahi bir güç “show must go” diyor çünkü. Devam ettirmeye çalıştığımız şey ağırlaştıkça ağırlaşıyor, delik deşik oluyoruz. Hayat sürmeye çalışıyor, gülmek istiyor fakat acı çektiğiniz için gülmeye utanıyorsunuz. Kötü insan olur muyuz devam edersek. Devam da etmek lazım. Bir eksikle devam etsek mesela, yaşantımız nasılsa sürmek zorunda. Az mı etkilenmiş gözükürüz? Kime gözükürüz sahi? Neden salıverip, içimiz çıkana kadar ağlamayı sürdürüyorduk? Çektiğimiz acının limiti ne olunca yeterli olacaktı? Vicdan azabımıza birde etrafımızdan mı etkenler katılıyordu. Acımızı zerre kadar anlamayan ama –mış- gibi yapanlar mı vardı birde. Evet onlar hep olacak. Onların yanında iyi şeyler hissedilmeyecek, vicdan azabının vücut bulmuş hali onlar çünkü. Üstelikte müdahale ediyorlar.
Her ölümün ardından yaşayacak sebepler buluyorum. Mesela bir ölüm, karanlık bir lise bahçesinin aşk hayatımı sıkılmadan dinleyen sarışın, güzel bir çocuk siluetini, başka bir ölüm sarhoş, yanakları kızarmış, utangaç bir serseriyi, bir ölüm kına kokusunu, başka bir ölüm saçlarını böyle yaparsan vallahi yolucam saçını başını haa cümlelerimi... Ben bunları hatırlamak için yaşarım, güzel güzel yaşarım. Sevdiklerimle daha çok ve daha güzel zaman geçirmek için. Bir kadeh bir şeyler içmek için, gözünün içine bakıp kikirdemek için, bırakıp gidenleri anmak için… Erken olan her ölüm çok acıklı ve çok beyaz…
Ne demişti Hintli kamyon şoförü?
“nobody remains virgin , life fucks everyone”
Hepimizi…
Hayat çok adi

23 Kasım 2009 Pazartesi

yalnızlığımdan sıkıldım.

Twitter' ın hastasıyım.
O muhteşem cıvıklık, o muhteşem uyuşturucu etkisinin hastası oldum. Süper kalabalıkların arasındayımdır ben, çok nadir yalnız kalırım. En kalabalığa ihtiyacım olduğu zaman hep yalnızımdır, ne zaman nefes almak istesem de boğulurum o kalabalıkta.
Yıllar geçtikçe yalnızlığımın daha net farkına vardım tabi. Mesela bir soru sordular bana "dostun kim senin" diye. Bir isim, iki isim ııh tıkanıp kaldım, isimlerde bir boşluk var, e koduğumun kalabalığı ne peki dedim kendi kendime ve ciddi ciddi bu soru tepe taklak etti beni. Yalnızlık edebiyatı yapma yaşımı geçtim, ya da daha gelmedi onu da bilemiyorum da söylemek istediğim o değil yani. Süper yalnızmışım ben onu anladım, onu söyledim. Neyse işte, bu işte bir yanlışlık var dedim kendi kendime, iyi bir arkadaş olmadığımı düşünmeye başladım. Nasıl bir arkadaşım diye düşündüm olabildiğim kadar objektif olarak, fena değilim dedim:)
Arkadaş oldum bu bitkin ve bıkkın halimle, sonra dağ gibi bir kırgınlık oldu kalabalığımla aramda. İstemiyorum ayol hiçbirini..
Zaten başarısızlığım atı almış Üsküdar' ı geçmiş, mutsuz, aşksız bir boksuz yuvarlanıp gidiyorum, içime oturan fil kalkmak bilmiyor, bir bağırsam içimden başka bir adam çıkacakmış gbi takılıyorum Twitter' a düştüm.
Muhteşem bir uyuşturucu.Mesela ben bağımlıyımdır, herşeye bağımlı olurum yani..Sigara, içki, arkadaş, anne, kıyafet ne olursa.. Resmen bağımlı olurum diye uyuşturucu türevlerinden uzak duruyorum-danrım ne kadar bilinçliyim-
Neyse, şu Twitter imdadıma yetişti.
Geçirebileceğim ağlama nöbetlerini, deliliğe ramak kala hallerimi dondurdu.Cik cik cikliyorsunuz, muhteşem bir ruh mastürbasyonu, size çarparak geçen adama tivıtırda hemen rahatça sövebiliyorsunuz.Şimdi Twitter bağımlısıyım, kendimi kaybediyorum, utanmasam altımda lazımlıkla takılıcam o durumdayım.Gelin hadi cikleyelim, daha fazla bu yazıyı uzatamayacağım..

20 Kasım 2009 Cuma

Bu bir anne güzellemesidir..

Evet Meloş'u yazıcam..
Tuhaf bir kadın
Kendisi annem olur.Yıllar geçtikçe benimle beraber envayi çeşit saçmalığa şahit oldu, şanssızdır biraz zaten, kötü evlilik hayırsız evlat kontenjanından..
Fakat çok komiktir, gerçi annemin bütün ailesi eğlencelidir, 7den 70e..
Neyse bana engellenmez bir özgüven pompası yapmıştır hayatım boyunca, kalabalık arasında osursam bile utanmam yani o derece utanmaz yapmıştır beni. Dalga geçer sürekli ayrıca, gerizekalı ve hayvan söylemeyi en sevdiği kelimelerdir bana.
mesela mesaj gelir
-napıyon hayvan, taksime gitme heryer biber gazı bombası
sonra bir daha,tam o sırada ben cevap vermekle meşgulümdür
-ya da git, sen götüne kazığa meraklısın.
Gülerim gülerim gülerim
Ararım sonra,
Anne neden böyle yapıyorsun yahu diye
Burda telaş içinde TV izliyorum, sen ben iyiyim diye annesine haber vermeyen bi çocuksun.Bok ye ühühühü deyip kapar telefonu.
Ararsınız açmaz, sonra bir mesaj gelir evlatlıktan reddettimki diye.
Hayatımda söylemediğim kadar yalan söylemişimdir anneme, asla yalan söylemeyen arkadaşlarım da bu durumdan pek bi endişelenirler, herkesin muhteşem hayatı vardır ben gizemliyimdir.Bir tuhaf yani.
Neyse işte komiktir annem benim, ama bugünki diyalog bugün biraz üzdü beni onu paylaşacağım, üzmekten ziyade annelerinin kaderini yaşayan ve yaşayacak kızları düşündüm diyeyim:)
Bu arada bu bir önbilgilendirmedir.
Anneme 50 yaşında "motor" kime denir diye bir açıklama yaptım, ama ipin ucu kaçtı, gelene motor gidene motor.
Anne lütfen bak söyleme elalemin kızlarına şöyle, banada diycekler görcen gününü falan diyorum cevap veriyor "çokta fifi" -evet bunuda öğrettim malesef-
Mutfak sohbeti sırasında, "şimdi bu okan bayülgen bi sürü kızla gezdi, onlar motordu evlenmedi deee,karısı sütten çıkmış ak kaşık mı?"Sessizliğimi korudum, Esra Erol a "bu kız artık Seda Sayan olduu, bunun sırtı yere gelmez, zaten kürt İdris'in oğlunun manitasıymış, bu Galatasaray naapmış be datlum" diye konuşmaya devam etti. Kahkaha attım, biraz mahçup "görüyorsun değil mi elalemi boklarken kendimi kaybediyorum, içimde bir öfke var Özge"dedi. "Halbuki benim anlatacaklarım vardı, kendimi açıklamak isterdim, sanatçı olacaktım ben, gerizekalıların arasında kendimi çürüttüm. Mesela okulda herkesin zekasını yetersiz buluyorum, kimseyle arkadaş olmak istemiyorum, benimle kim anlaşabilir ki dünya görüşümüz konusunda!". "ohooo anne " dedim, " resmen sanatçı hastalığına tutulmuşsun sen, bu ne kibir, halka inmeden halkın sanatçısı olamazsın" güldüm,güldüm.. İçimi burkmuştu biraz halbuki saklamak istedim bu durumu. " halka inmek isteyen kim be, ben bu halkın arasında ne kadar mutsuz olduğumu anlatıyorum heralde".
"Şarkı söylemek isterdim, bir sürü kitap yazabilirdim ama bir boka yaramadım bu hayatta" dedi. "Yalnız kararlıyım bu yazdığım kitabı bastırıcam, gerekirse emekli ikramiyemle kendim yayıncı olurum". Tamam dedim yaparız, sen böyle sinir yapma. "yok dedi, benim bu öfkem ölene kadar geçmeyecek". Şımardım "yani "dedim " başarmışlardan nefret etmeye, onlara saldırmaya devam edeceksin". "İşte sen bu kadar gerizekalısın, benim esas kızgınlığım kendi başarısızlığıma, onlara söylenirken kendime kızıyorum yani, yüzyüze gelsek tabiki öyle şeyler demem, tebrik ederim" Bir kahkaha patlattım "ah anneee" dedim, kitap yazdın, emekli ikramiyenle de bastırıyoruz kitabı, açın annemin önünü kutu gözlü güzel bir kadın yazar daha geliyor"-neyin taşlaması olduğunu anlamadı bunun tabi, henüz Twitter kullanıcısı değil- dindiricez öfkeni.
"istediğini söyle o ikramiye benim, öyle kullanıcam onu, anne bir kuruş ver diye kapımda ağlarsın" dedi.
Çok hüzünlenmiştim, ama gülmek için düğmeme basıp gülüyordum habire, baktım olacak gibi değil kalktım mutfaktan, ben gidiyorum diye..
arkamdan seslendi "motor İstanbul" diye bağırdılar mı o kız değiştirir ismini,
-Kahpe, anne kahpe
-Ne farkı var hayvan, ikiside aynı şey, bunu söylemeye davet bu yani dedi!
Tükürücem ama içindeki kızgınlığa dedim..
Sustuk.
Evden çıktığımda düşündüm, şimdi dedim Özge Hanım,
sizde kıçınıza sokun içinizdeki kızgınlığı,
kendimle de bu kadar mesefeliyim!!

19 Kasım 2009 Perşembe

Kendimle ilgili en ufak bir fikrim yok!


Gerçekten yok
Nedenini bilmediğim bir şekilde herşeye inancımı kaybettim.Halbuki ne güzel kızdım, umudum hiç bitmez, herşeye inanır bir güzel de olmayan, olmayacak şeylerin hayalini kurardım ki parmaklarınızı yerdiniz.
Sonra bir inanç kaybına uğradım, herşeyi bilip asla doğrusunu yapmak için harekete geçmemek inançsızlığımı kırbaçladı.
Harekete geçmenin hayalini kurmaya başladım artık, bu da hayal dünyamı baltaladı.
Arkadaşlarıma inancım kalmadı, bir gün herhangi birşeyi başaracağımı gene asla düşünmüyorum.
Bir yalnızlık ve başarısızlık sindi üstüme kurtulamıyorum.
Üstüne birde şu hayatta tek hakkım olduğunu bilip, onu da böyle ziyan ettiğim için kızgınlığım hat safhada.
Geçsin diye bekliyorum bu halet i ruhiye,ölmeme yakın bir zamanda geçerse tabi daha sevinirim.
Hayatta yaptığım hiçbirşeyden pişman değilimcileri kıskanıyorum keza hayatta yaptığım herşeyden pişmanım.
İmdat!!

Twittırdım ulan!!


Neredeyse bir sene olmuş, blog mlog hak getire geri dönüyorum, gelişim muhteşem olsun istiyorum ama bu gidişle onu yapamayacagız,

ya da bi saniye bi saniye tekrar geleceğim..

20 Nisan 2009 Pazartesi

Barceloonaa!!


Şimdi şöyleki,
Zedamla aşıkız bu filme.Tabi ben aşkın içini boşaltan bir insan olarak ne kadar ciddiye alınırım bilmem!Neyse efendim ama film aramıza bir karakedi soktu.Anne babalı 5. gösterimizde Penélope ve Scarlett yüzünden ayrı gayrı düştük.Diyorum ki Penélope varken, Scarlett nedir zedam.Israrla üstüme saldırmalar, şu çirkini koruma bana demeler ve bilumum çirkinlikler.Zedamın da içine girdi bu kötü kız.Bu renkteki bir hayatı-renk derken bildiğiniz film rengidir,threesome durumları değildir.- düşlerken şu renksiz kız bizi mahfetti. İşte benim hayat tercihleriminde böyle yanlış olduğunu, dolayısıyla mutsuz olduğumu falan konuştuk-mutlu zeda:)-. Daha sonra dedikki soralım, bizi beğenmeyen, sevgili olmaya değer bulmayan, telefonlarımıza cevap vermeyen, her sarhoş olduklarında kapımızda yatıp kendilerini küçük düşüren kısaca bize madonna kadınları muamelesi yapan tüm yanlış tercih erkeklerimize.
Soru : Penélope mi Scarlett mi?
Birinci dereceden akraba olmayanların yorumları muhakkak silinecektir ama siz gene de cevaplayın!
Ben oyumu kullanıp Penélope 'ye bir tik koyuyorum.Tik.

16 Nisan 2009 Perşembe

jeux d'enfants


-Bu bir oyun mu?
-Evet ama sen başlattın.
-Ben başlattım ama sen bitiremedin...
Bir oyun başlattım bitiremediler diyen embesil, gerizekalı kız ağlar,ağlar, ağlar...
ühühühühühhü

14 Nisan 2009 Salı

Nasıl batırdım?

Sinyallerim karıştı.Ona aşık olduğumu sandı.Bi saçmaladı.Ne diyim.E pardon:)

somebody stop me!!




Bünyemden kalpler çıkıyo,kendimi durduramıyorum.. :)
trilaylaylooomm trilaylayloomm:)

nasıl aşık oldum?


Şimdi ben aşık oldum ya, herkese söyleyip kimseye söyleyemediğim bir şekilde, içimden çıkan kırolukları bilemezsiniz.Mesela ben sevdim sen dur dedin, seni sevdiğim için özür dilerim falan en favori sözlerim artık.Havaların gazıyla çok pis aşıkım, o bana neden aşık olmadı yaa..
kırk kere söylesem mesela o da aşık o da aşık o da aşık diye olur mu?
Denemeden bilemem tabi.
Gerçekten aşık mıdır, bir ilüzyona mı kapıldı acaba?
hay bak şimdi.
kalbinde yer yoksa sevgilim ben ayaktada giderim diycem.
rezil olcam.
Aşıkım!

ibret olsun diye yakarım kendimi!!


Diyeceğim fakat kime, neye ibret olacak?

Türkan Saylan ın aşk mektupları gittiyse, kendi olmayan aşk mektuplarım gitmiş gibi üzüleceğim.Ayağa kalkmakta zorlanan güzel ve güçlü kadının misyonerliğini, Türklüğünü sorgularken Ergenekoncular geliverdi.Sende öylesin madam diye! Nacizane fikrim, Türkiye de Türklerin azınlık olduğudur.Yani, lazı, çerkezi, kürdü.muhacırı-:)-, arnavutu vs.. derken, ısrarla kendini Türk diye niteleyip "Türk olduğu bile şüpheli bu kadının" diye söze başlayanlara bir tokat yapıştırıp bir sus bakalım demek isterim çokça.Türk dediğimiz kimdir, nasıl olur?Bunun tarifine o kadar ihtiyacım varki..Deli saçmalarından, hoop bir dalga daha geldi Ergenokan dan durumlarından sıkıldım artık.Sivil ya da askeri darbe beklentisine insanları sokan, askerden medet umduran, asalak gibi yaşamasını empoze eden bir anlayış artık canıma yetti!Velakin çaresizim..Gençliğimin baharında-ki son demleri sanırım:)- böyle süper sıradan, sadece aşık olduğu çocuğa kanalize olmuş, genç olduğu için hep aklında serserilik yapmak isteyen biriyim halbuki.Evrensel bir gencim resmen.Fakat canım ülkemde-canım mı dedim?-, bile sarhoş trakya olarak hor görülüyorum, sevdiğim gavur izmir diye..Pınar Selek arkadaşım değil, bende Pınarlaşamıyorum.Türkan Saylan'ı aşk mektupları olduğu için kıskanırken, bir yandanda şu dünyada varlığımın hiç bir işe yaramadığını düşünüyor, keşke diyorum bende bir şey olaydım.Bir şey olmak isterdim.Pınar ve Türkan hanımlar kadar güçlü, muhalif, inandığına körü körüne bağlı.Ben olamadım.Gerçekten şu hayatta inandığım, istediğim hiç birşey olamadım.Olmadan da ölürüm.Uzaktan olmak istediklerime hayranlık duyar, onlarla ilgili bi kaç şey zırvalar, ölür giderim.Bir hakkım vardı, ve bundan başarısız çıktım; çıkacağım yani..
Burs alacak çocuklar için üzgünüm, kendim içinde..
Türkan Saylan değilim, olamayacağım ve aşk mektuplarım yok!!
Müsadenizle, eğer ibret alırsanız kendimi yakacağım!
Sonra Pınar..

13 Nisan 2009 Pazartesi

Nasıl mest oldum?



Şimdi Sabri' ciğim-bu sabriciğim bildiğiniz bir aşağılama sıfatıdır-

Sakızköylü manita için gs plakalı bmw lerle burgazımın sokaklarında cirit atmaya benzemiyor top oynamak.Üstelik hem iyi topçu değilsin hemde malsın::)Bu mal buraya uymadı ama çok içten gelerek söyledim:)Neyse efendim şu maçtan sonra yorumlar nasıl olur diyordum, pek bekletmediler sağolsunlar geldi yorumlar.

Bize tezgah kurup şampiyoluğun dışına ittiler!!!

Kim nası ve ne sebeple?

Benim hatırladığım tezgah bir Samsun maçında kalmış idi halbuki.
Karakterli,sağ duyulu oyuncuları Ayhan olan bir takım, en kötüsünü haketmiştir o ayrı fakat o sarı tüylü lugano!!
Ne mal adam yaa?
Hmm bide Fener in kimdi sağduyu sahibi oyuncusu?
kim kim?
Roberto Carlos mu??
Bir tek ben eğlenmedim inşallah.
Beşiktaşlıda olmadım, doğdum sayın seyirciler!!


:)

10 Nisan 2009 Cuma

Nasıl izlerim?


Tokatlamaca oynasılar birbirleriyle..Sonra içlerinden ikisi derhal ölsün.Tokatla kafa koparana büyük ödül var.

8 Nisan 2009 Çarşamba

Nasıl Mal Oldum?

Şımarıklığımın kurbanı oldum.Artık sana aşık oldum dediğim kimse bana inanmayacak, çünkü o kadar çok olmadığım insanlara söyledim ki, gerçek aşkım arada bi yerde kaynadı gitti...Ki belki oda çok severdi beni, ki belki sadece bi geçmişimiz olduğumuz için değil, nasıl olursam olayım ne olduğumu görmek için birlikte olurduk.Hep hayalini kurduğum gibi hem aşık hem sevgili olurduk.Artık "sana aşık oldum" diyemeyeceğim, çünkü gerçeğine hakkım kalmadı.Uzaktan izleyerek, dolaylı yollardan sorarak sevgilisiyle neler yaptığını öğrenip" nee evleniorlar mı,e zaten ilk aşkı değil miydi,ay ne güzel" deyip yaramı kanatacağım.
Şaka iyi bir şey değil,çok yapınca güvenilmez oluyorsunuz, gerçekten aşık olduğunuz çocukla anca kumar masalarında görüşüyorsunuz..
Nasıl üzgünüm:(

Katilin kibri!!



Aylardan Ekim’di. Kongre için memleketin dört bir yanından gelmiş arkadaşlarla yorgun bir günün sonrası vedalaşıp evlere dağıldık. Ankara dışından gelen arkadaşlar bizi de birlikte bir şeyler yiyip sohbet etmeye Faruk’la Salih’in evine çağırmıştı. Bilseler dostlarını, yoldaşlarını, arkadaşlarını ölüme davet ederler miydi hiç? O gece o bekar öğrenci evinde yedi heyecanlı genç, partilerini tartışacaktı. Ertesi sabah hepsinin katledildiğini öğrendik. Biri ağır yaralı hastaneye kaldırılmıştı. Yaşadıkları o geceyi, aklımızı kaçırmamaya çalışarak dinledik, anlattık. Sağ kalan arkadaşımızı ziyaret edip onun hayatta kalması için kendi tanrılarımıza duacı olduk. O gün tiyatro sahnesi olan kültür merkezinde toplandık. Hepimiz sersemlemiştik. Vurgun yemiş balıklar gibi birbirimizin yüzüne bakıyor, göz göze gelemeden o yoğun acı anlarının evcil fısıltılarına sığınarak birbirimizden ateş istiyor, çay yapıyor, hayat kazanmış gibi davranıyorduk. Koskoca bezleri boyuyor, altı arkadaşımızın resimlerini yan yana o bezlere şablonlamaya çalışıyorduk. Yarın yürüyüş yapacağız. Onların dev resimlerinin altında haykıracağız. Ağırbaşlı, sessiz, donmuş kalmış bir yığın gencin görevi o gece sabaha kadar pankartları yetiştirmek. Kimsenin uykusu gelmiyor. O koskoca salonda onca insan neredeyse çıt çıkarmadan çalışıyoruz. Metanetiyle ölü evlerini çekip çeviren uzak akrabalar gibi değil. Bir kabusu sabırla tüketip topluca uyanmayı bekleyen uyurgezerler gibi. Arada bir hıçkırık yükseliyor. Kimse başını kaldırıp kimin ağladığını görmek istemiyor. Bezleri geriyoruz. Üstünden atlıyor, fırçaları her zaman tuttuğumuz gibi tutup her zamanki el hareketleriyle bir görevi vaktinde yetiştirmeye çalışıyoruz. Şablon çıkaranlar kimi yüzlerin yeterince benzemediğine karar veriyor, her zamanki gözleriyle tartıp biçiyor, yenisini oyuyor. Herkes birbirine fazlasıyla iyi ve yumuşak davranıyor. Herkes birbirini kolluyor. Neredeyse bu geceyi hayatımızın herhangi bir gecesi gibi yaşamaya yemin etmişiz. Ölüm bizden çok uzak bir ülke. O ülkenin adetleri farklı. Oranın adetlerini bilmiyoruz. Hepimiz çocuksu bir dalgınlıkla başka bir zamanın içinde dönüp duruyoruz. Aynı ekipte çalıştığım en yakın arkadaşım eline bir süpürge aldı. Koskoca salonu süpürmeye koyuldu bile. İzmaritler, bez parçaları, bambaşka bir dünya olan dünün tozu. Bir an eğilip yerdeki bir gazete parçasına dikkatle bakıyor. Yüzü karışıyor. O som sessizliği onun çığlığı yırtıyor: “Hiii! Jacques Brel ölmüş.” Ölümün anonim yüzüDemek yedi arkadaşımızın işkenceden geçirilerek altısının katledilmiş, bir arkadaşımızın da can çekişiyor olmasını henüz kabul edememiştik. Hâlâ derin bir acı ve utançla hatırladığım o çığlık anı, vahşete karşı ayakta kalabilmenin insani bir koşulunu işaret ediyor. Ölümü uzağa, hep daha uzağa iten akıl, o zamanlar deli gibi sevdiğimiz Brel’in ölümüne yakalanıyor. Altı dostunun ölümünü yok sayan akıl. Artık o arkadaşlarımızla birlikte yürümek, afişe çıkmak, heyecanla tartışmak, Jacques Brel dinlemek yok. Evlerinde bir tane silah çıkmamış, hiçbir silahlı eyleme girmemiş yedi gencin katledilmesiyle hayat sertçe vites değiştiriyor; onu açıklamak, ‘teorize’ etmek için çırpınan çocuklar bir çırpıda büyüyor. Latif Can, Faruk Ersan, Efraim Ezgin, Salih Gevenci, Hürcan Gürses, Osman Nuri Uzunlar, Serdar Alten. Adlarını bir solukta saymak bile güç. Onların adlarını bilen kaç kişi kaldı 20 yıl sonra? Onlar kahraman olamadan katledildiler. Bu yüzden adları anılara kazınmadı. Onlara “Bahçelievler’de katledilen 7 TİP’li” dendi. Belki bir kez olsun tek tek anılmadılar. Onların katliamı, devletin içindeki varlığı yakın geçmişte ayyuka çıkan çetenin desteğiyle gerçekleştirilmiş en kanlı eylemdi. Ölümleri vahşetin en vurucu tanımı olarak tarihe geçen yedi genç sonsuza dek ‘7 TİP’li’ olarak anılacak. Tarihe kanlı bir virgül oldular çünkü. Kimliklerini, bedenlerine uygulanan zulümle edindiler. Yedinci genç, Serdar, yaşanan vahşeti anlatmak için bir süre daha kaldı aramızda. Kayıt düşmek için. Kısacık bir süre için ölümden dönüp yaşayanlara ölümü, kıyımı, laneti anlatan mitolojik bir kahraman gibi. Saatler süren katliamın ayrıntılarını kimse hatırlamak istemeyecek. Kimse insanın insana reva görebileceği vahşetin sınırlarını hatırlamak istemez çünkü. Korkuya yenilip çekip gitmemek için; hayatta kalabilmek için Latif’in, Faruk’un, Efraim’in, Salih’in, Osman’ın, Hürcan’ın, Serdar’ın ölü bedenlerini, o uğursuz fotografları hatırlamak istemeyecek kimse. Katilin şaşkınlığıHaluk Kırcı, 17 Kasım 1980 tarihli, el yazısıyla verdiği ifadede kibirli ve kendinden hoşnut bir dille katliamı en ince ayrıntılarıyla ballandırıyor, ifadesini de şu cümlelerle bitiriyordu: “...ertesi gün silahı Abdullah Çatlı’ya verdiğini ve bilahare Erzurum’a gittiğini... Türkiye’nin iç savaşa sürüklendiğini, bekleyiş içine girdiğini, 12 Eylül’de Türk ordusu idareye el koyunca rahatladığını, Türk milliyetçileri olarak tarihi misyonlarını tamamladıklarını, itirafını samimi olarak yaptığını, baskıya maruz kalmadığını, inandığı uğurda mücadele ettiğini, son söz olarak şeriatın kestiği parmak acımaz dediğini beyan etmiştir...” Türk milliyetçilerinin tarihi misyonu, bacı hanımın da ‘aççık ve net’ olarak belirttiği gibi şerefine şeref katmak için katliamlar gerçekleştirmektir. ‘Türklük tarihi’nin en büyük iki katili Çatlı ve Kırcı’nın ortaklıklarının ürünü olan Bahçelievler katliamı da Türk milliyetçilerinin şeref defterine altın harflerle kazınmıştır. Haluk Kırcı, sırrı hâlâ çözülememiş bir cevvallikle 12 Eylül’ün hemen ardından yakalandı. Çatlı, ola ki yakalanırsa hep tutarsız ifadeler vermesini salık vermişti. Kırcı, onun sözünü dinledi. Ama Muhsin Yazıcıoğlu’ndan da, zaten hareketten kopmuş olan Çatlı’yı amansızca suçlaması gerektiği talimatı almıştı. Kırcı, 1988 yılında yedi idam cezası aldı. Ertesi yıl da muhteşem bir ‘yanlışlıkla’ şartlı tahliye edildi. Dönemin Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın itirazı sonucu tutuklama kararıyla 1992’de aranmasına başlandı. Oysa anlaşıldığı kadarıyla onun saklandığı filan yoktu. O, çoktan devletin en değerli tetikçilerinden, şerefli zevattan biri olmuştu. Bu kez gerçekten vahim bir yanlışlık sonucu 1996’da İstanbul’da, kaçmazken yakalandı. Kimlik kontrolüne takılmıştı. Asayiş Şubesi’ne getirildiğinde cebinde en güçlü silahı taşıyordu. Dönemin Adalet Bakanı, Susurluk patronu Mehmet Ağar’ın tavassut notunda ‘Bu arkadaşa yardımcı olun, nezarete atmayın’ yazdığı; notu alan polislerin sayın bakanı arayarak emrini teyit ettirdikleri söylendi. Firarla ilgili davada, sonradan beraat eden polislerin bu ifadesi, Ağar tarafından doğal olarak yalanlandı. Nitekim adliyeye sevk edilmeden bir hafta boyu polisler tarafından pohpohlandıktan sonra Kırcı, ‘kimliği belirsiz’ iki kişinin yardımlarıyla Asayiş Şubesi’nden kaçtı. ......Devlete açılan tazminat davası ‘zaman aşımı’ gerekçesiyle reddedildi. Yüce Türk devleti, katillerini koruduğu, beslediği, kullandığı kanıtlanmış olan katliam konusunda köşeye sıkıştırılınca “Ohooo. Geçmiş olsun şekerim” diyor. “Geç kaldınız.” MİT ve Başbakanlık Teftiş Kurulu, 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ısrarlı taleplerine rağmen Susurluk raporlarını mahkemeye göndermiyor. Davayı açıkça sabote ediyor. Katiller beraat ediyor. Yanlışlıkla yakalanıp serbest bırakılıyor. Katillerin kibri, kendilerine büyükleri tarafından yakıştırılan şerefin şişirmesi. Memleketin gururlu katilleri, gözümüzün içine bakıp “Henüz işimiz bitmedi” diyor. Onların menkıbeleri yazılıyor hâlâ. Onlar, hayatımız hakkında söz sahibi. 20 yıl önce Bahçelievler’de akan kanı ellerinden yıkamaya niyeti yok devletimizin. Katiller ne kadar gurur duysa yeridir.


Not: Bu yazı 1999 yılında yazıldı. Çillerli, Yazıcıoğlulu günler. Katliamın üstünden 30 yıl geçti. Katliamcılar hâlâ kahraman.

5 Nisan 2009 Pazar

Herkesin aşık olduğu kendine kötüdür.
benim olmayan kötü çocuklar ölsün istiyorum!
Tamam Matt, sen yaşa bebeğim!

1 Nisan 2009 Çarşamba

ALDI!


RTE ye Trakya selamıdır..
Ankara'lı lara da bireysel bir selamdır.
İhanete uğradım!

20 Mart 2009 Cuma

helal etmiyorum!


www.helaletmiyorum.org

Noldu peki?
Siteye ulaşılamıyor artık.
Sövüyorum, sövüyorum..
Bu güzel siteye bunu yapanlarada helal etmediğimi ekliyorum.

19 Mart 2009 Perşembe

NOLUR NOLUR NOLUR!

Bir azzu m var, neden bilmem o sanıyorum kızceyizi.Yani ondan ötürü çok seviyorum.Zerre benzemiyorlar üstelik.Nası bir bağ kurdum anlamıyorum bile.Ve ayrıca tabiki aşık olduğum çocuğun karşısına geçip nolur nolur nolur sev beni demek istiyorum:)
ya benimsin yada ölüsün buda böyle bilinsin istiyorum.Yuh bana ya:)

sokak insanı.



ilk aşkım burnumun direğini sızlatıyor..İçimdeki Bergen, Mine Koşan yada Esengül-neyse işte içimdeki acıların kadını-birden çıkıveriyor.Duvar yazısı, böyle bir yazı hele nasıl hatırlatır bir insana ilk öpücüğünü,bir türlü olamayan o komik durumu..Gülümseyip üzülüyorum hemen.Kötü çocuğa aşık oldum, sapık oldum, mahvoldum!!

Nerde görsem önünden parandeler atarak geçtiğim illüzyonuna kapılıyorum.Arka fonda bu yazı var ve ben parandeler atarken insanlar beni izliyor.Aynen budur etkisi..
"Love is just a system for getting someone to call you darling after sex"
BU MUDUR?

blogladım seni!


Bunun aynısından istiyorum.Parasıylaysa anneme neyi var neyi yok sattırıp alıcam bu çocuğu.Beni görmeden aşık olmasın, evlenmesin istiyorum.Yeminle tanısan seversin beni bebeğim.Allah'ım çok aşığım n'apayım!