1 Aralık 2009 Salı

çok adi.

2009' un ilk dört ayına ithafen yazılmış, kendisiyle helalleşiyorum, böyle saçmalıklar yazdıran, böyle sıkıştırıp bırakan olaylar yaşamamak için totem yapıyorum..




Evet içime bir varoş insanı girdi. Çıkmışlığı var mıydı zaten pek bilemiyorum. Peki. Bu giriş olmadı.
Görmezden geldiğim -içimdeki- varoş insanı, artık o kadar gözüme girdi ki görmememe, yokmuş gibi davranmama imkan yok diye başlıyım lafıma.
Bebeklikten, ergenliğe, ergenlikten bu noolduğu bilinmez yaşıma, idrakimin tuhaf gelişimi sonucu farklı farklı algıladığım pek çok acıya şahit oldum.Sevdiklerimin şahitlikleri de dahil.Bu aralar favorimiz ölümler..
Hepimiz birer ölüm şahidiyiz kendi çapımızda. Ortak ölümler, acılarımızı farklı farklı etkiliyor. Kiminin her ölüm haberinde içini en çok acıtanı, kiminin; ölüm bam teline basmamış olanların yani, ölümden ziyade sevdiklerinin üzüntüsü canını yakıyor. Bam teline basılmışlar en sevdiklerini kaybetmemelerinin sonuçları hayaline yatarken, diğer kısım gözlerinin önünde üzülen sevdiklerine üzülüyor.
Tuhaf yılların kralında konuşlandığımız için, elimiz kolumuz bağlı izliyoruz. Her ölüm haberinde birbirimizin yüzüne bakıp nasıl üzülsek diye düşünüyoruz. Mesela hayatımızda hiç görmemişiz ama en sevdiğimizin, en sevdiklerinden. Hayat çok adi. O kadar adi ki sana sadece sevdiğinin üzüldüğüne üzülmen gerekirken, onunla aynı hissetmene zorluyor ve hissetmediğin için midene bir yumruk vicdan azabı bırakıyor. Her ölüm en acılı olanını hatırlattığı için zaten bir vurgun yiyoruz. Kaybettiğimiz hele en sevdiklerimizdense soluğumuz kesiyor. Omuzlarımıza bastırıyor biri. Nefes alayım Allah’ım nasıl olacak diyorsun. Durduğun yerde dönmeye başlıyor her şey. Anılar anılar anılar… bir bakıyorsunuz en sevdiğiniz hayatınızın her anında. Tamam, şimdi yok peki nasıl olacak? Burnunuzun direğini sızlata sızlata yaşatacak hayat sizi. Hayatınızın her anında olup, gideniniz olmadan; sürecek hayat ve sürdüğü için vicdan azabınız boğazınıza düğümlenip yaşayacaksınız. Bir katille, bir orospu çocuğuyla aynı yerde yaşayıp, aynı havayı soluyacaksınız. İlahi bir güç “show must go” diyor çünkü. Devam ettirmeye çalıştığımız şey ağırlaştıkça ağırlaşıyor, delik deşik oluyoruz. Hayat sürmeye çalışıyor, gülmek istiyor fakat acı çektiğiniz için gülmeye utanıyorsunuz. Kötü insan olur muyuz devam edersek. Devam da etmek lazım. Bir eksikle devam etsek mesela, yaşantımız nasılsa sürmek zorunda. Az mı etkilenmiş gözükürüz? Kime gözükürüz sahi? Neden salıverip, içimiz çıkana kadar ağlamayı sürdürüyorduk? Çektiğimiz acının limiti ne olunca yeterli olacaktı? Vicdan azabımıza birde etrafımızdan mı etkenler katılıyordu. Acımızı zerre kadar anlamayan ama –mış- gibi yapanlar mı vardı birde. Evet onlar hep olacak. Onların yanında iyi şeyler hissedilmeyecek, vicdan azabının vücut bulmuş hali onlar çünkü. Üstelikte müdahale ediyorlar.
Her ölümün ardından yaşayacak sebepler buluyorum. Mesela bir ölüm, karanlık bir lise bahçesinin aşk hayatımı sıkılmadan dinleyen sarışın, güzel bir çocuk siluetini, başka bir ölüm sarhoş, yanakları kızarmış, utangaç bir serseriyi, bir ölüm kına kokusunu, başka bir ölüm saçlarını böyle yaparsan vallahi yolucam saçını başını haa cümlelerimi... Ben bunları hatırlamak için yaşarım, güzel güzel yaşarım. Sevdiklerimle daha çok ve daha güzel zaman geçirmek için. Bir kadeh bir şeyler içmek için, gözünün içine bakıp kikirdemek için, bırakıp gidenleri anmak için… Erken olan her ölüm çok acıklı ve çok beyaz…
Ne demişti Hintli kamyon şoförü?
“nobody remains virgin , life fucks everyone”
Hepimizi…
Hayat çok adi

Hiç yorum yok: