8 Aralık 2009 Salı

Tembellik Manifestosu..

'2006..

Bizler anlayamayız uzaktan eko halinde gelen “çalışmadan yapamam” sözlerini.Kıssadan hisse yatış biçimleriyiz kendi içimizde…Bir evin içinde sorumluluk duygusundan uzak bir şekilde kalabiliriz günlerce,kanepeden kalkmayı yemek ve tuvalet ihtiyacı için itinayla beceririz.Evden çıktığımız anda değişen kaldırım taşlarına şaşırabiliriz,sürekli yürüdüğümüz yolda bir sürü mağazada açılmış olabilir,ilgilenmeyiz.

Varoluş şekillerimiz başkadır,zorunluluktan azad edilmiş gerçekliklerimiz vardır.Başka durumlar seçmişizdir,yatma durumu tamamıyla bilinçli bir tercihtir. Yaşam tercihimizi yerinde duramayan,çalışan ve illaki bir şeyler üretmeye çalışan insanların dışladıkları,hor gördükleri bir yerde konumlandırmışızdır. Amacımız maksimum tembellik minimum hareket olduğundan, itici bulunuruz, çalışma aşığı bunca insan arasında.Başucumuzda Charles Bukowski kitapları görülür sıklıkla, “çalışmak güzel bir şey olsa üstüne para vermezlerdi” sözünü iliklerimize kadar hisseder, öylece kabul ederiz. Oblomov hayranlığımız almış başını gitmiştir,atamız sayarız küçük burjuvalığı haricinde..

Kendi aramızda çalışmama brifingleri veririz, insan bedenine eziyet değil midir bu koşuşturma onu tartışırız. Tanrı bize tembel olabilme yeteneğini verdiyse,bunu sonuna kadar kullanmak hakkımızdır. İç hesaplaşmalarımızda fazlacadır çalışanlara oranla,yanlış bir tercih olabilir bizimki… Beynimiz çalışırken dinlendirmeye aldığımız bünyemiz,övünç kaynağıdır,uzaktan kumanda “uzakta” diye sıkıcı programlar izlemek,tuvalete gitmemek için direnmek sadece biraz daha egzersiz yaptırmak içindir zihnimize,çözümlerini bulmak için…

En sevdiğimiz arkadaş toplantıları evde,yatar halde geçirilenlerdir. İçkimiz elimizde ve ev kalabalık olduğunda minimum enerji harcayarak gerçekleştiririz ihtiyaçlarımızı.Başka insanlara ihtiyacımız yoktur,tembellikten örgütlenme zorluğu çektiğimiz halde bizim gibiler er yada geç karşımıza çıkar,diğerleriyle de nasılsınız,teşekkür ederim bende iyiyim cümlelerinden sonra konuşmanın pek anlamı yoktur. Bir arkadaşım her içki içişinde üstadı Bukowski nin “hep sarhoş olmaya karar verdim,sıradanlığımı alıp götürüyor,sıradanlıktan yeterince uzaklaşabilirsem sıradan olmam belki” sözünü tekrarlayıp durur. Ve ahlakçılar tarafından susturulmaya çalışır,”ama insan,ama insan….” Diye başlayan cümlelerle,çalışan insanların az sayıda okuduğu kitap,az sayıda izlediği bir film olduğundan-genellikle- farklı kelimelerle cümle kuramadıklarını bildiği için bir şeyler söyleme çabalarına olağan tembelliğiyle gülerek karşılayıp,diğerlerini ona bir şeyler anlatma çalışmasından diskalifiye eder.

Şahane aşıklardır çoğunluğumuz,sevgilimizi düşünmekle geçer tüm günümüz,anti sosyal hayatlarda sürüklendiğimiz için sadakat bir parçamızdır. Fikirlerle dolu olan beynimiz,icraatta teklese de çokça sevgililerimiz tertemiz kalbimiz olduğunun ve onlar için ne kadar çok şey yapmak istediğimizin farkındadırlar.:)

Bağımlı insanlar değilizdir,kayıtsızlık hali bilinçli bir tercihtir. Stefano Elio D’Anna’ nın Tanrılar Okulunda bahsettiği “düşleyin” durumunu kabullenip bir çelişki yaşasakta içimizde bize anlattığı hayatla ilgili,bağımlı değil tembel olmayı seçtik ve Dreamer ‘ın da dediği gibi hala hayal kuruyoruz…Hmm,neydi ? Biz özgürlüğümüzü bir avuç uydurma gerçeklikle takas etmedik!

Hiç yorum yok: